Hangi eğitim ve hangi bilim, insan ile gökyüzü arasındaki mesafeyi bu seviyeye indirmiştir? Bu hangi güç ve hangi akıldır ki yüzyılımıza meydan okumuştur? Bulutların arasından gökyüzüne uzanan bir dağın tepesine kurulmuş Machu Picchu, uzun süre kayıp olan İnka başşehri. Ovalara şehir kurmak mantıklı iken, tüm olanakları bir tepeye çıkaran bu medeniyetin bize anlatmak istediği bir şey mi var? Etrafında nehirlerin yarattığı derin kanyonlarla çevrili sarp kayalıklar üzerinde, tek başına yükselen bu tepe, nasıl olur da bir yerleşim bölgesi olur diye insanı şaşkına çeviriyor. Kanyonun dört bir yanından yaklaşabilecek her türlü tehlikeyi gözetlemek, gün doğumu ve batışına hakim olabilmek, su kaynaklarına yakın olmak ve tarım için işlemeye elverişli olmak gibi mükemmel yerleşim imkanları sunuyor Machu Pichu. Ancak tüm bu taşlar, daha tekerleği icat etmemiş bir uygarlık tarafından- nasıl dağın tepesine çıkarılabilmiş diye hayrete düşüyorsunuz. Çünkü taşlar o dağın kendi taşları değil, taa dere yatağından taşınarak getirilmiş tepelere.

Şehrin inşasının 25 yıl sürdüğü tahmin ediliyor. Bu bilgi benim araştırmalarıma göre çok desteklenilir bir bilgi değil. Eğer tamamen insan gücüne dayalı bir sistemle yapılmışsa buna binlerce insan lazım ve bu yoğunlukta insanın o tepede yaşanacak bir alan bulması imkansız gibi bir durumdur. Edindiğimiz bilgiye göre İnka 12 milyonluk dev bir imparatorlukmuş. Bu kadar kişiyi o tepenin üstüne sığdıramayacağımız için tek yerleşim yeri olarak orasını göstermemizde doğru olmaz. Bu şehrin yapımında akıl en büyük rehberleri olmuştur. Matematik ve coğrafya bilimine hakim bir millet olduklarını da görüyoruz. Önce en alttaki surlar ve üzerlerine depreme ve erozyona dayanıklılık için kayalardan korumalar yapılmış. Ardından taraça taraça ekim alanları düzenlenmiş. Üzerine yerleşim için evler ve zanaatkar ve üretim alanları inşa edilmiş. En tepeye de tapınak, gözlem evi ve mezarlar gibi en önemli binalar yerleştirilmiş. Piramit gibi yükselen şehrin ortasına ise şehrin meydanı yerleştirilmiş. Bunlar için matematik ve coğrafya olmazsa olmazdır. Peki, daha tekerleği dahi icat edilmediği bu dönemde bu bilimi nasıl öğrenmişler? Burada bizim farkında olmadığımız ya da gözden kaçırdığımız bir şeyler mi var?

İnkalar şehri üzerine kurdukları dağa Machu Picchu yani Eski Dağ, karşısında gökyüzünde bulutlara değecek şekilde sipsivri yükselen dağa ise Huaya Picchu – yani Yeni Dağ ismini vermişler.

İnkalar ilgili benim en çok hoşuma giden durumlardan bir de doğaya olan saygılarıdır. Bizim bu çağda doğayla ilgili verdiğimiz binlerce eğitimin etkisiz kaldığı hepimizin kabulüdür. Fakat İnkalar doğaya hükmetmek yerine doğa ile uyum içerisinde yaşayan bir toplulukmuş. Belki doğayı tanrılaştırdıkları içindir bu saygı ama bu saygıyı davranışla şekillendirdikleri de bir gerçektir. Kaderlerinin doğanın insafına kaldığını bildikleri için, güneş, rüzgar, yağmur gibi büyük doğal güçleri tanrılaştırarak onlara inanmışlar. Yaşamı aydınlatan güneş, mahsulleri sulayarak can veren yağmur, doğurganlığı yöneten ay, hem yön belirleyici hem de önemli olaylara yön veren yıldızlar, önemli güçler olarak görülürmüş ve Tanrılaştırılmış.

Doğal güçleri takip etme yetileri sayesinde İnka’lar sulama, tarım ve astrolojide çok ileri teknikler geliştirmişler. Yıldızlar ile yönlerini bulup, tohumlarını güneşin yönüne ve açısına ona göre ekmişler. Bunların yanında suyu ovalardan tepeye doğru gidecek şekilde sulama kanallarını dizayn etmek için çok büyük bir fizik ilmine ihtiyaç duyulmaktadır ve İnka’lar bu bilgiye de sahipler. El yapımı kanallar ile suyu tarım alanlarına taşımış ve yüzlerce farklı tohumu taraça tekniği ile tüm şehri doyurabilecek sayıda mahsul verebilecek verimlilikte yetiştirmişler.

Yağmur sezonunda ekip biçmek ile uğraşıp, kuru sezonda ise elde ettikleri mahsulleri, serin ve kuru kalacak şekilde kuzeye bakan tepelerde taştan inşa ettikleri depolarda saklamışlar. Ve şehrin tümü için yıl boyu yetecek yiyecek sağlamayı başarmışlar.

İnka’ların kurulduğu yere bakılacak olursa önemli bir deprem bölgesi olduğu da gözümüze çarpmaktadır. Burada da günümüz mühendislerine ders olacak şekilde depreme dayanıklı yapılar yapmışlardır. Belki ileri düzeyde teknolojik bilgiye sahip değillerdi ama olan bilgiyi en sağlam şekilde sahaya yansıtmışlardır. Çok yoğun bir deprem bölgesinde yer alan Machu Picchu’da, dağların tepesindeki tapınaklar ve yerleşim birimlerinin ayakta kalabilmesinin sebebi, İnka’ların uyguladığı ileri anti sismik teknikleri ile birbirine geçmeli taşlardan oluşan binalar inşa etmeyi akıl etmişlerdir. Belki aklımıza şu bilgi gelebilir; İnka’lardaki yerleşim şekli şimdiki gibi yüksek katlı değildir. Evet, yüksek katlı değillerdi ama kuruldukları yer en zirvedir ve oluşacak bir sarsıntıda yıkılması daha kolay olabilirdi.

Bu yüzyılda nasıl herkes Japon mimarisinden bahsediyorsa o zamanlarda da İnka mimarisi en öndeydi. Japonya’da yetişmiş eğitim görmüş bilim insanlarının sahadaki yansımalarını her depremde hayretle izliyoruz. Bizde oluşan 6lık bir deprem ortalığı savaş alanına çevirirken Japonya da oluşan 8lik depremlerde bile hasar minimum düzeydedir ve oluşacak en ufak hasarda kendini sorumlu tutan kişi hiç düşünmeden canına kıyabilmektedir. O vakitlerde de aynı kıtada düzlüklerde birçok kabile hala ‘avcı toplayıcı’ olarak yaşarken, Inka’lar dağların tepesinde çok gelişmiş bir medeniyet ve şehir yaratmayı başarmışlar.

Taş yapıların üzerinde gördüğünüz sembollerin hepsinin özel anlamları var. Yılan yeraltını ve suyu, Puma yaşadığımız dünyayı, Akbabalar ruhsal dünyayı, İnka’ların hacı olan Chakana ise doğa anayı temsil ediyor. Doğaüstü güçler olarak görülen yılan, puma, akbaba ve chakana’nın yarattıklarıdır. Ay, güneş, gezegenler, yıldırım, şimşek, yağmur gibi doğal olaylar ise hayatı yönlendirdikleri için tapındıkları diğer tanrılar.

Tekstilde de belli bir seviyeye gelmişlerdir. Aynı motifleri kadın ve erkeklerin giydiği el örgüsü tekstil ürünlerinde de görebiliyorsunuz. Bu kıyafetler, bir yandan İnka efsane ve hikayelerini nesilden nesile aktarmak için dekoratif birer kanıt görevi görmüş. Diğer yandan ise kadınlar için çocuklarını, erkekler için de eşyalarını taşımak için kullandıkları tek değerli hazineleri olmuş.

ERCÜMENT ZÜNGÜR