ŞEHRİVAN HABER - AK Parti'nin Kasım 2015 seçimlerinde 3. sıra milletvekili adayı olan Vahdettin İnce, Star'da adaylık sürecini yazdı. "Adaylık savaşlarına hüzünlü bir katkı" şeklinde bir başlıkla Van'da adaylık sürecinde yaşadıklarını mizahi bir dille anlatan İnce, o süreçte yaşadığı tecrübeleri okuyucuları ile paylaştı.

İşte Star Açık Görüş'teki o yazı:

Gece 24’e doğru hala Ak Parti’nin çıkaracağı milletvekili sayısı üç görünüyordu. Ama telefonlarda da bir seyrelme var gibiydi. Saat 1’e doğru artık Ak Parti iki milletvekiline demir artıştı. Çok cüzi bir oyla kaybetmiştik. Bu saatten sonra “Siz gönüllerin milletvekilisiniz” sözü almıştı “Sayın Vekilim”in yerini. Gönüllerin vekili olarak otele döndüm. Baktım, ufak dağlar un ufak olmuşlardı. 

 1 Kasım 2015 seçimlerinde Ak Parti’den adaydım ya artık ne zaman seçim olsa muhtemel adaylar arasında akla gelen isimlerden biri haline geldim. Akla gelen dediysem de partinin aklını kast etmedim. Bazı iyi niyetli ve bende bir ışık gören hemşerilerimi kast ediyorum. Böyle durumlarda bizim Erciş’te her seçimde adı gündeme gelen müzmin bir aday aklıma gelir. Aza seçimi olur o adaydır, belediye başkanlığı seçimi olur o adaydır, milletvekili seçimi olur o adaydır. Bu durumunu ilçeye yeni atanan kaymakama Erciş şivesiyle anlatınca kaymakam sıranın kendisine geldiğini düşünerek kibarca susturur. Aman aman der, neme lazım. Ben hemşerilerimin yalancısıyım.   

Bugünlerde 31 Mart 2019 yerel seçimleri ile ilgili olarak basının sayfalarını “Belediye Başkanlığı adaylık yarışı” doldururken, bir kez daha partinin değil, benden hala ümitlerini kesmemiş hemşerilerimin aklına geldim. Hemşerilerime ve bu arada siz sevgili okuyuculara bir hikaye anlatmak istiyorum. 

Bir polisiye romanının girişi gibi, gecenin bir yarısı telefonum acı acı çalmadı tabii. Zaten ben de dedektif değildim. Tarih 18 Eylül 2015’i gösteriyordu. Partilerin 1 Kasım 2015 seçimleri milletvekili adayları listelerini YSK’ya sunacakları son gündü. Listeler akşam saat 17.00’da teslim edilecekti. Saat öğleden sonra, 15 sularıydı. Kütüphanede çalışıyordum. Masanın üzerinde titreşimde olan telefonum acı acı titredi. Telefonu titretenin gayet resmi bir makam olduğu titreşimin kararlılığından ve bitişikteki masayı dahi titretmesinden belliydi. Ankara’dan arıyorlardı. Ankara deyince gayri ihtiyarı elim ceketimin düğmesine gitti. Parmaklarım gömleğimin küçücük düğmesine dokununca rahat çalışayım diye ceketimi çıkarıp yandaki tırabzanın üzerine koyduğumu hatırladım. Hay Allah! Neyse, kütüphanede telefonla konuşmak yasak olduğu için, bir koşu kendimi dışarıya attım. Buyurun efendim, demeye kalmadan “Seni Van’dan aday yaptık” demesin mi? “ Ne?… Nasıl?… Ama ben müracaat etmedim?… Kimsiniz?..” gibi sözler peş peşe ama kopuk kopuk dudaklarımdan döküldü. “Ak Parti Genel Merkezinden arıyorum. İsmim falan. Adaylığınız münasip görüldü” dedi o ses ve “Partinin sitesine gir ve müracaat formunu doldur, eksikler sonra halledilir” diye ekledi ve kapattı. Birbirine dolanan elim ayağımı çözmem fazla zaman almadı. Formu doldurdum ve kimseye bir şey demeden eve gittim. 

“Bir şey diyeceğim” dedim, her zamankinden erken eve dönmemi şaşkınlıkla izleyen hane halkına. Ya biri beni işletiyor ya da beni Van’dan Ak Parti Milletvekili adayı yapmışlar, dedim ve bakışlarımı gözlerinin üzerinde gezdirdim. Seni işletiyorlar diyordu gözleri. Ama bu arada parmaklar akıllı telefonların tuşlarında dolaşmaya başlamıştı bile. 

“Sekizinci sıradasın baba” dedi oğlum, sosyal medyadaki bir hesabı göstererek. Sekiz şiddetinde bir depreme tutulmuş kadar sarsıldım. Hay senin sekizine… Keşke beni işletselerdi de sıranın dibine koymasalardı dedim. Çok geçmeden listeler açıklandı ve üçüncü sırada adımı gördüm. Daha sonra düşündüm. Acaba dedim, üçüncü sırayı beğenmeyip kabul etmeyeceğimi düşündüler de önce sekiz gibi şok edici bir sırayı göstererek üçüncü sıraya razı mı etmek istediler. Eğer öyle düşündülerse başarılı olmuşlardı. Çünkü sekizinci sıradan kurtulmanın sevinciyle sıramı ikinci veya birinci sırayla mukayese etmek aklımın ucundan bile geçmedi. 

Kıskanıyorlar

Alim Allah, Van’ın tozunu atacaktım. Van’ı koparıp alacaktım. Başladım sağı solu aramaya. Tecrübeli siyasetçilerden tanıdıklarımın fikrini almaya çalıştım. Umudumu kırmak istemiyorlardı ama fazla umut da vermiyorlardı. Genel kanaat çok çok iki kişi seçilir şeklindeydi. Koskoca partinin genel merkezinden iyi mi bilecekler diyordu bir ses içimden ve ekliyordu “Seni kıskanıyorlar”. Elhak içimdeki ses haklıydı. 

Birkaç gün sonra Ankara’da aday tanıtım toplantısı vardı. Büyükçe bir salona girdim. Meraklı ve ürkek gözlerle etrafı kontrol ettim. Uğultu ve atılan sloganlar kulakları sağır ediyordu adeta. Salonun ortası milletvekili adaylarına ayrılmıştı. Adımı ve aday olduğum ili sordu görevli, sonra da adımın yazılı olduğu en arka sıradaki bir sandalyeyi göstererek buyurun dedi. Van adayları en arka sırada oturuyorlardı. Alfabetik sıralamanın azizliği. Bir anda 5-10 bakış üzerime dikildi. Van adayları ve il başkanı. Onlar da beni merak ediyorlardı. Bazıları gülümsüyordu, bazıları üzgün duruyordu. Sıralarını beğenmeyen adaylardı üzgün olanlar. Sonradan öğrenecektim. Bazıları “Sen de nereden çıktın? Sen olmasaydın şimdi 3.sırada ben olacaktım” der gibi bakıyordu. Ama merkez tarafından çağırılıp aday gösterilme karizması onları frenliyordu. “Hoş geldiniz sayın Vekilim” dedi sonradan il başkanı olduğunu öğrendiğim biri. “Sayın Vekilim” mi? … Demek ki seçileceğim garanti dedi yine içimdeki ses.  Yoksa daha seçim olmamışken niye “Sayın Vekilim” desindi? Bir süre sonra bunun da bir teamül olduğunu aday adaylarına bile “Sayın Vekilim” dediklerini öğrenecektim. Ama “Sayın Vekilim” sözünü duydukça da içimden bir şeylerin kıpırdadığını, özellikle koltuk altlarımın gün be gün kabardığını da hissediyordum. Yüz kaslarımın çatık kaş nitelemesine doğru kasıldığı da muhakkaktı. Platforma çağrılıp Başbakan ile (Ahmet Davutoğlu) poz verdiğimizde hayatımda bir şeylerin değiştiğini düşündüm. Ülkenin Başbakanı elimden tutup kaldırmış ve salonu hınca hınç doldurmuş binlere ve televizyonların başındaki milyonlara tanıtıyordu. Az şey mi Allah aşkınıza. Bu, şu fani dünyada kaç kişiye nasip olurdu? Demek ki mühim bir adamdım ki bu bahtiyarlığa eriştim. Mutlaka televizyonun başında olduğunu ve gururla beni izlediğini düşündüğüm hanım geldi aklıma. “Bak hanım bak, kocan nerelere geldi” dedim içimden. Gurur başımı döndürmüştü. Başbakan elimi tutup kaldırmış iken ben gayri ihtiyari ayaklarıma baktım. Yerden kesilmemişlerdi hayret. 

Dışarı çıktığımda yürüyüşüm değişmişti ama. Göğsüm daha önde, başım yukarı kalkık. Yüzüme de bir türlü geçmeyen sırıtma benzeri bir gülümseme yapışıp kalmıştı. Ah o yere doğru bakan kavisli burnum olmasa! Havaya doğru kalkık Avrupai bir burun manzarayı ne güzel tamamlardı! Bir elim de mutlaka cebimde olurdu. İnsanlar niye küçük görünüyordu gözlerime Tanrım? Ya şu meşhur küçük dağlar nerede, neden görünmüyorlardı?! 

Beni tanıyan yok mu?

Beklenen gün geldi. Seçim çalışmaları için Van’a gidiyoruz. Giden yolcu kapısından sıradan yurttaşlarla birlikte kontrolden geçip uçağı beklemeye başladım. Çaktırmadan etrafı süzüyordum, bana bakan, tanıyan var mı diye. Allah’ım, yoksa vekil adayı olduğum anlaşılmıyor muydu?! Kimse tanımıyordu. Sonra “Burası İstanbul, Van değil ki. Tabii ki kimse tanımaz” dedim. Uçağa bindik. Yine çaktırmadan yolcuların beni tanıyıp tanımadıklarını kontrol ettim, baş üstü dolabına çantamı yerleştirirken. Tanıyan, “Sayın Vekilim” diyen tek Allah’ın kulu çıkmadı. Şu koltuk numarasına bakar mısınız? 18-B. Çok değil bir ay sonra şu en ön koltuğa oturacağım, hem de VIP’ten bineceğim günleri düşünerek teselli buldum. Van’a geleceğimi teşkilata, birkaç tanıdığa haber vermiştim. Araba konvoyuyla, iğne atsan yere düşmez bir kalabalıkla beni karşılayacaklardı. 

 Uçağın tekerleri Van Ferit Melen Havaalanı’nın pistine değince kalbim heyecandan yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Uçak aprona yanaştı, yolcular dışarı çıkmaya başladı. Salondan dışarı çıktığımda bir kalabalığın olduğunu fark ettim. Tanrım! Ne göz yaşartıcı manzara. İnsanın kadirşinas hemşerilerinin olması ne güzel! İstediğim kadar kalabalık değildi ama bu da kafi… Birden kendimi birazdan omuzlara alınacak UEFA şampiyonu olmuş Galatasaray’ın bir futbolcusu gibi htim. Fakat o da ne! Kimse bana doğru hamle yapmıyordu. Tanımıyorlardı. Sağımdan solumdan geçip gidenlerden tek kişi dönüp yüzüme bile bakmıyordu. Önceki dönem vekillerden birini bekliyorlarmış. Önceki dönem ne ya! Karşınızda gelecek dönemin vekili duruyor taze taze! Bu sırada “Dayı!” diye bir ses duydum. Hala mı dayı?! İnsan bir “Sayın Dayım” der. Yeğenimdi. Sonra bir arkadaşımın oğlu ve arkadaşı yaklaştılar. Hepi topu üç kişi. Memleket benim farkıma bile varmamıştı. 

Ertesi gün partililerle hınca hınç dolu bir salonda kendimizi tanıtacaktık. En erken ben gitmiştim. Sonra diğer adaylar birer birer gelmeye başladılar. Konuşmalar başladı. Ben hariç bütün adaylar son derece tecrübeliydi. Protokole uygun konuşmayı biliyorlardı. İçlerinde en az iki kere aday adayı ya da aday olan, önceki dönemlerde milletvekili seçilenler vardı. En acemi ve heyecanlı bendim. Her biri kalktığında “Sayın Bakanım (1.sıra adayı Başir Atalay), Sayın Milletvekilim, Sayın Milletvekili Adaylarım, Sayın Önceki Dönem Milletvekillerim, Sayın Önceki Dönemler Milletvekili Aday Adaylarım, Sayın İl Başkanım, Sayın Önceki Dönem İl Başkanım, Sayın Kadın Kolları Başkanım, Sayın Gençlik Kolları Başkanım, Sayın İlçe Teşkilat Başkanlarım, …” şeklinde bir giriş yapıyordu. Onlara bakıp kendimi yapacağım konuşmaya hazırlıyordum. Misafirler herkesi alkışlıyordu. Allah’ım, ben bütün bu protokolü nasıl aklımda tutacaktım. Sıra bana geldi. Kürsüye çıktım. Hiçbir not almamışım. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Şöyle bir salona baktım. Allah’ım, dedim, nasıl önemli bir adammışım ki insanlar beni dinlemek için sessizce bekliyorlar. Gözüm protokole ilişti. Derin bir nefes aldım. En karizmatik, en kararlı duruşumu göstermeliydim. “Sayın…” diye başlayacaktım ki “S” harfinin meydana getirdiği bir çağrışımla “Selamünaleyküm” deyiverdim. Birkaç saniyelik bir sessizlik hakim oldu. “Bütün karizma yerle bir oldu” dedim “Milletvekili olacak adamsın, kalkmış köylüler, sıradan vatandaşlar gibi selamla söze başlıyorsun”… En azından “Merhaba” deseydin Gundî. Hiç beklemediğim bir şey oldu, bütün bir salon “Weeleykimeselaaam” diye karşılık verdi. Soğuk protokol selamlamamalarından sıkıldıkları belliydi. Asık yüzlere can gelmişti. Ben konuşmaya başlayınca ikinci şoku yaşadılar. Kürtçe konuşuyordum. “Bu sefer baltayı taşa vurdum” diye geçirdim içimden. Selamün aleykum tamam, ya şu Kürtçe konuşmak nereden çıktı? Salona baktım “Gerçek mi bu diye bakıyor gibiydiler.” Sonra alkış kıyamet. Göz ucuyla protokole baktım. Onlar da alkışlıyordu. Bir iki tanesi müstehzi bir edayla alkışlıyordu. Bizi değil böyle bir köylüyü üçüncü sıra adayı yaparsanız olacağı buydu, der gibiydiler. Çok önemsemedim. Ben sesimi bulmuştum. Artık gittiğim her yerde Kürtçe ağırlıklı konuşmalar yapıyordum ve insanlar bundan çok memnun oluyordu. 

Beyaz Kürt olmak!

Arkadaşların telkiniyle bir gün Van’ın yerel basın temsilcilerini kahvaltıya davet ettik. Düşünebiliyor musunuz, basını takip eden ben, basın tarafından takip ediliyor olmuştum. O sabahı iple çekmiştim. Basının karşısına şöyle bir kurulacaktım. Sol kaşımı kararlılığımı göstermek maksadıyla hafif yukarı kaldırarak söze başlayacaktım, maksat atmosferi etkilemek. Konuşmaya başlamadan önce mutlaka “Öhhö…öhhö…” diyerek ses tellerimi yumuşatacaktım. Önümde mikrofonlar, gazeteciler bana soru sormak için birbirleriyle yarışacak, görüntü almak için birbirlerini çiğneyeceklerdi. Ertesi gün yerel gazetelerde boy boy fotoğraflarım yayınlanacaktı. Nasıl bir duygu bilemezsiniz. Bir kahvaltı salonuna gittik. Sabah erkenden. Ünlü Van kahvaltısının mirtoğası, kaymak, tereyağı, halis muhlis Van çatak balı, kavurma ve illaki otlu peynir… Ne desen var. 10-15 kişilik bir masaydı. Hiç kamera yok. Sadece ellerinde kağıt kalem birkaç gazeteci. Hayal ettiğim muhteşem atmosferin en az bin fersah ötesinde. İnsana mühim bir adam olduğunu hatırlatan, koltuk altlarını kabartan bir basın toplantısı hayal ederken karşıma kara kuru 3-5 Kürt çıkmıştı. Tanrım! Bundan daha büyük bir sükuti hayal olur muydu? Oysa sınıf atlayacaktım daha. Beyaz Türk olma şansım yoktu ama beyaz Kürt olmaya ramak kalmıştı. Şu işe bak ki o da Süreyya yıldızı kadar uzak bir ihtimal. İçlerinde muhalif partiyi destekleyen bir gazetenin muhabiri (arkadaşlar kulağıma kim olduğunu fısıldamışlardı) “Bir Kürt olarak AQP’de (Ak Parti demedi) siyaset yapmak nasıl bir duygu?” diye bir soru sordu. Hay AQP diyen dillerini eşek arısı soksun,  ben elit bir atmosferi hayal ederken düz sınıftan, vasıfsız kara kuru bir Kürt çıktı karşıma. Dur şunu sıkıştırayım dedim (arkadaşlar “Kürtçülük yapıyor ama Kürtçe bilmiyor” demişlerdi) Bu soruyu Kürtçe sor dedim.”Ben Kürtçe bilmiyorum”dedi. Bir Kürt olarak Kürtçe bilmemek nasıl bir duygu? diye söylediğimi hatırlamıyorum ama ertesi sabah yerel gazetelerin benden söz etmediğini, tek satır haber şeklinde bile yer vermediklerini hatırlıyorum. Kerli ferli Van kahvaltısına ödediğim parayı unutmuyorum bir de. 

Gönüllerin vekili

Yine Erciş’te olduğumuz bir gün danışmanım Prof. Şevket Alp hoca “Vahdettin ağabey, bizim İlçe Kaymakamı’nı, Emniyet Müdürü’nü ve Savcı’yı yemeğe davet etmemiz gerekiyor” dedi. Tamam dedik ve önceden ayarladığımız bir lokantaya gittik. Toplam 9-10 kişiydik. Lokanta dikkat çekecek kadar doluydu. Sürekli olarak da girenler ve çıkanlar oluyordu. Yemeği yedik, Şevket hoca hesap ödemeye gitti. Döndüğünde yüzü biraz düşmüştü. “Ne oldu” diye sordum “Hesapla ilgili bir sorun oldu” dedi. Bizim hesabımız taş çatlasa 150-200 lira olabilirdi. Ama Şevket Hoca bin liraya yakın hesap ödemiş. İtiraz etmedin mi diye sordum. Bu gördüğün kalabalığın tamamı “Biz sayın Vekilimin davetlileriyiz” demişler, dedi. Gülüştük tabii acı acı… Memleketi kurtaracak mühim insan olma hayali biraz pahalıya mal oluyordu gibi. Akşam otelde aynaya baktım. Etrafında küçük dağlar arayan gözlerin feri sönmüş, omuzlar belli oranda düşmüş, ilk günlerde simaya yapışık kalmış gülümsemenin yerini kırışıklıklar almış bir mütevazı siluet. Memleketin ufku görünmüyordu bile. Elimi çeneme götürdüm, son bir gayret uzaklara dalmak ve manalı manalı bakmak istedim. Nafile. 

Seçim günü gelip çattı. Akşam ülkenin semalarında parlayan bir yıldız mı olacağım, yoksa nisyan bulutlarına mı gömüleceğim belli olacaktı. Gün boyu seçim sandıklarını ziyaret ediyorduk. Sandıklar kapandıktan sonra Erciş Şeker Fabrikası’nın misafirhanesine çekilerek televizyonun başına oturduk. Zaman ilerledikçe telefonlar sıklaştı. Allah’ım galiba kazanıyordum. Gece karanlığında bile ufak dağlar ufaktan ufaktan belirmeye başlamışlardı. Gece 24’e doğru hala Ak Parti’nin çıkaracağı milletvekili sayısı üç görünüyordu. Ama telefonlarda da bir seyrelme var gibiydi. Saat 1’e doğru artık Ak Parti iki milletvekiline demir artıştı. Çok cüzi bir oyla kaybetmiştik. Bu saatten sonra “Siz gönüllerin milletvekilisiniz” sözü almıştı “Sayın Vekilim”in yerini. Gönüllerin vekili olarak otele döndüm. Baktım, ufak dağlar un ufak olmuşlardı. 

İstanbul uçağını yalnız başına beklerken Van’ın kasım soğuğu bitap düşmüş bedenimi üşütüyordu. 

 

Kaynak: Star

Editör: TE Bilisim