Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana kişilik, politik, felsefi ve en önemlisi eğitici yönüyle bize katkı sağlayan üç önemli şahsın üçüncüsü olan ORD. Prof. Dr Ali Fuat BAŞGİL benim nazarımda üzerinde önemle durulması gereken bir bilim insanıdır. Bu görüş benim için  tamamen özneldir, nasıl felsefe tarihi birinci muallim(Muallim-i Evvel) olarak Aristoteles’i, ikinci muallim(Muallim-i Sani) olarak Farabi’yi ve üçüncü muallim(Muallim-i Salis) olarak İbn Miskeveyn kabul ediyorsa aynı şekilde nasıl Gazali Muallim-i Evvel olarak Allah(c.c.),  Muallim-i Sani olarak Cebrail’i ve Muallim-i Salis olarak Peygamber efendimizi görüyorsa ben de aynı şekilde cumhuriyetten bu yana bize yaptıkları katkılarla Muallim-i Evvel olarak M.K. Atatürk, Muallim-i Sani olarak Mehmet Akif Ersoy’u ve Muallim-i Salis olarak Ord. Prof. Dr Ali Fuat BAŞGİL ‘i görüyorum.

          Başgil, Ordinaryüs Profesör Doktor unvanıyla alanında duayen, zirve bir akademisyen olmanın yanında iyi bir hukukçu, siyasetçi, mütefekkir ve bunların yanında gençlere çok iyi bir örnek olacak seviyede fikirlere sahip olan bir eğitimcidir. Toplumdan kendisini asla soyutlamayan, her zaman toplumun içinde olan ve toplumun dertleriyle ortak kaderi paylaşan bir fikir adamıdır. Adalet kavramını kendine bir felsefe olarak gören ve bu uğurda düşüncelerini insanın egemen olduğu güçlerden asla esirgemeyen ve bu uğurda cezalar yiyen bir toplumcudur. Başgil için medeniyetleşme olmazsa olmaz bir gerçekliktir ama bu gerçekliği batıyı örnek almak batıdan olanı olduğu gibi toplumumuza yerleştirme şeklinde olmayıp kendi iç dinamiklerimizle ve kendi köklerimizle olması gerektiğini savunmaktadır. Başgil, bu medeniyetleşmede ülke olarak önceliklerimizin farkında olmamızı ve bu doğrultuda hareket etmemizi önemsemektedir. Ülkemizin demokratikleşmesinde, özgürleşmesinde, dini yaşamın muhafazasında, Türkçenin yapay müdahalelerle arındırılmaya çalışılmasında ve gençlerin daha güçlü kişiliğe sahip olmasında çok büyük gayretleri olmuştur ve bu doğrultuda öncelikle gençler olmak üzere topluma tavsiyeleri de olmuştur. 

        Burada başgil’ in hayatından ziyade toplum olmanın ve toplumu en doğru şekilde eğitmenin nasıl olmasını gerektiği yönündeki düşüncelerine bakacağız. Başgil’den bahsedildiğinde daha çok siyasi manadaki yönleri hatırlanıyor ve bu doğrultuda değerlendirmeye alınıyor ama biz eğitimciler için milli manevi değerdeki düşünceleri ve yapmaya çalıştıkları daha önemlidir. Başgil, hem geçmişi bilen hem de yeniliklere haiz, hem gelenekten gelen hem de Batı modernleşmesini yerinde tecrübe etmiş bir fikir, kültür Türk aydını olarak karşımıza çıkmaktadır. Başgil’ e göre millet, sadece belli bir zaman içerisinde yaşayan kişilerden meydana gelmemektedir. Millet hem geçmişte yaşamış hem de gelecekte yaşayacak olan nesilleri kapsayan çok daha geniş bir kavramdır. Şu anda yapacaklarımız özellikle eğitimde atacağımız adımların geçmişimizle barışık ve temeli kendi öz değerlerimiz olan yapılardan oluşmalıdır. Devamlılık bizim için çok önemli bir olgudur, sürekli değişimlere gitmek, olanı sürekli yok sayıp başka arayışlara girmek bize ancak zaman kaybettirecektir. Kendi atalarımızın yaptıklarını asla hor görmeyip kendi kültürümüzle barışık olmalıyız. Tarihe yön vermiş atalarımızın yaptıkları bize çok sağlam temeller bırakmıştır ve bizlerde bu temeller üzerinde köklerimizi sağlamlaştırarak medeniyetleşme yoluna girmeliyiz.

             Modernleşme surecimiz ne yazık ki çok samimi olmamıştır çünkü özellikle belli bir tarihten sonra hızını artıran yıkıcı bir şekilde kendine hakaret alanı açan Türk Modernleşmesi; siyasette, sanatta, toplumda her alanda geçmişi ile bağını koparma gayesi ile hareket etmiştir. Tarihimizde modernleşme hareketleri Osmanlı Devleti bünyesinde devlet eliyle başlatılmıştır. Osmanlı’nın son döneminde başlayan bu modernleşme süreci, Erken Cumhuriyet Dönemi’nde radikal düzeylere ulaştırılmış, sert bir geçiş sürecine şahitlik edilmiştir. Bu süreç içerisinde toplumda karşılık bulamadığından dolayı sancılı bir süreç ortaya çıkmıştır. Bizim olmayan yamalı bir şekilde kendimize yakıştırdığımız ne varsa kısa soluklu olacağını ve en ufak bir iklim değişiminde öleceğini unutmamalıyız.

           Başgil için diğer önemli konu ise adalettir: Adalet bizim için geçmişimiz için ve geleceğimiz için en önemli referans olmalıdır. Tepeden aşağıya hangi kurum varsa cumhurbaşkanlığından aile reisine kadar seçimlerimiz önce adalet sonra liyakat eksenli olmalıdır. Örneklerini görüyoruz, hiçbir çaba, emek sarf etmeden belli kurumlara gelen kişilerin ki bunlar içerisinde okul idarecileri de var, üsluplarındaki terbiyesizlik ve kendilerinden bir turlu koparamadıkları aşağılık kompleksi kalplerinde adeta yuva yapmıştır. Bu kişiler her zaman kendilerini bir patron gibi sergilemekteler ve işleri yokuşa sürmeyi kendileri için bir kazanım olarak görürler. Bu takozların aksine adaletle liyakatle emek vererek bu mevkilere gelen insanların yaptıkları bizi kendilerine hayran bırakmaktadır. Çünkü vizyonları vardır karşı oldukları ve yanlış olduğuna inandıkları sistemler vardır, bir davaları vardır ve dava uğrunda kendi hayallerini toplumun hayali ile birleştirirler. Tembellik, mevkide çalışmada tembellik asla karakterlerinde yoktur, olanı daha nasıl en iyi hale getiririz bunun derdini kendilerine dert edinirler.

           Başgil’in üzerinde önemle durduğu bir diğer kavram ise ‘’millet’’ kavramıdır. Bugün sınıflarımıza girdiğimizde farklı milletlerden çocukları görmek kaçınılmaz olmuştur. Batının refahı için refahları elinden alınan binlerce çocuk bugün sığınmacı olarak bizim sınıflarımızda eğitim görmekteler. Burada kendi dinamiklerimize bir zarar gelmeyecek şekilde herkesin üzerine düşeni en iyi şekilde yapması lazım ve millet olma kavramını çok iyi bir şekilde analizini etmek zorundayız. Başgil,  milleti organik bir yapı olarak tanımlarken, milliyetçiliğinde herhangi bir ispat ve delil gerektirmeyecek kadar açık olan milletin gönül birlikteliğine dayandığını, millet varlığının ülke içinde de dışında da haklarını savunurken meşru bir silah olarak tanımlama yapılmaktadır. Burada üzerimize düşenin millet tanımını asla yanlış yapmamaktır, ırkçılıkla konuya bakmamalıyız ve millet olma tanımında ırkçılığın, kendinden olmayanı yok saymanın yeri olmadığının asla hatırımızdan çıkarmamalıyız.

           Son olarak Başgil’i özetleyecek olursak, batıdan alınması gereken tekniğin alınması ve öz kültürün müdafaa edilmesi, kendi köklerimizi yeni millet inşasında olmazsa olmaz olarak görmeyi tavsiye etmektedir. Milliyetçi, maneviyatçı, hürriyetçi, terakkici ve muhafazakar olarak kendisini tanımlamaktadır. Mutlak batılılaşma fikrine her zaman karşı çıkmıştır ve fikri manada savunduğu nokta ise Türkiye’nin kendisi olmasıdır. Batılılaşma konusunda aydınların ve kamu politikası yürüten yöneticilerin eksik yaptıkları ve yanlış idrak ettikleri batılılaşma fikrinden ötürü eleştirmiştir. Kendi öz tarihimizin ve anadilimizin değişikliğe maruz kalmasına, şovenizmin kuklası olmasına itiraz eder. Milleti, dini, dili, mefahir ve mukaddesatıyla ‘’ Temiz Milliyetçilik’’ olgusunu tarihi realite olarak kabul eder. Devlet elinde sopalı bir toprak ağası edasında olmamasını ve devletin seçtiği tüm idarecilerin patronluktan ziyade yardımcı, işleri kolaylaştırıcı ve işlerin en iyi şekilde sonuçlanmasında kendine görev sayan kişilerden olmasına dikkat edilmesini ister. Gençlerimizi, bizim hem bu günümüz hem de yarınımızın teminatı olarak görür ve onlar için yapacaklarımızın ve yapmaya çalıştıklarımızın mutlaka bir karşılığının olacağını ve yaptığımız tüm fedakarlıkların ülkemiz için geleceğimiz için bir yatırım olacağını asla unutmamamız gerektiğini bizlere tavsiye eder.

                                                                                                       ERCÜMENT ZÜNGÜR