“Nankörlük, zayıf insanların işidir, kudretli insanlar içinde asla nankör olana rastlamadım.” Goethe

İnsan yardım elini uzatırken bir iyiliği, bir hayrı yaparken sadece Allah rızasını düşünecek seviyeye erişmişse, nankör insan onu derinden üzmeyecektir.

Hallacı Mansur, kendisini idam edecek adama bir çok iyilikler yapmış olduğunu düşünerek derin derin bakmış. Cellât: “Yaptıklarım yazık oldu diye düşünüyorsun değil mi?” demiş.

Hallacı Mansur: “Hayır!” demiş, “Yaptıklarımı Allah rızası için yaptığıma göre yazık olmasına imkân yok, ama bakıyorum senin ruhun vücudunun azalarına nankörlük ediyor, zira ruhun çok çirkin ama güzel bir görünüşün var.”

Aslında en büyük nankörlük yüce Allah'ın verdiği nimetlere şükretmemektir. Sözlükte “yapılan iyiliği bilmek ve onu yaymak, iyilik edeni iyiliğiyle övmek, nankörlük etmemek” anlamına gelen “şükür” kavramı, Allah’ın vermiş olduğu nimetler karşısında kulun minnettarlığını ifade etmektedir.

Yaşamım boyunca edindiğim tecrübeler sonucunda nankörlük kelimesini sözlüğümden çıkardım. Karşılıksız yaptığımız yardımların tadına varabilirsek bunun ne denli güzel bir davranış olduğunu görebiliriz. İyilikte bulunduğum insanlar ikiye ayrılır: Biri görev gereği, ikincisi diğerleri. Görev gereği yaptığım iyiliklerin karşılığını devlet maaş olarak ödüyor. Dolayısıyla iyilik değil, görevi ifa sayılır. Bundan dolayı görev sebebiyle yaptığım iyi işlerden dolayı minnet etmem söz konusu olamaz. Diğerleri de Allah rızası için yaptığım iyiliklerdir. Bu iyilikleri de kişi için değil Allah rızası için, yani beklentisiz yapıyorum. Dolayısıyla iyilik yaptığım kişinin kadir kıymet bilip bilmemesi beni ilgilendirmez.

İyiliği karşılıksız yaparken aşağıda Seneca belirttiği hususları gözardı etmemek lazım:

“İyilik yapmak istediklerimizi layıkıyla seçmemiz önemlidir. Borç verirken, ilk önce o kişinin yaşantısı ve alışkanlıkları hakkında dikkatli bir araştırma yapmamız gerekir. Sözgelimi, verimsiz bir toprağa tohum ekmekten kaçınırız ama sanki ikisi çok farklı şeylermiş gibi iyilik yapmak istediklerimize elimizde avcumuzda ne varsa rastgele (araştırmadan) dağıtırız.”

Yıllar önce İstanbul'a eş dost ziyaretine gitmiştik. Eşim öteberi almak için pazara gitmişti. Uyanık hırsızlar oraların yabancısı olduğu her hâlinden anlaşılan eşimi gözlerine kestirmişler. İstanbullular bu tür durumlarla çok karşılaştıkları için tedbirli davranıyorlar. Hırsızlar bir fırsatını bulup kaş ile göz arasında bebek çantasını alıyorlar. Hanım fark edince iş işten geçiyor. Bir başkasının telefonundan beni arayıp üzüntülü bir ifade ile durumu anlattı. Hemen pazara gittik. Tabiî eşimi teselli etmekten başka bir şey yapamadım. Üzüntü ile eve döndük. Hem paramız, hem telefonumuz hem de eşyamız yok oldu. Hali vakti yerinde olan bir akrabamız olayı duyunca evinde kaldığımız kardeşimi ziyaret edip maddi kayıplarımıza eşdeğer miktarda para vermiş. Bu, bize ilaç gibi geldi. Uzun yıllar sonra evde otururken bu olay aklıma geldi. Akrabama mesaj ile minnettarlığımı bildirip şükranlarımı ve sevgilerimi ilettim. "Bu olayı unutmuştum," diye yazdı. Ona "Senin unutman, benim ise unutmamam lazım," diye cevap verdim.

Unutmayın ki yaptığımız iyiliği unutup, bize yapılan iyiliği unutmamak erdemdir.

“Minnettarlık duyan bir kişi güçlü bir kişidir, çünkü minnettarlık güce yol açar. Bütün bolluk sahip olduğumuz şeyler için minnettar olmaya dayanır.” Elisabeth Kübler-Ross “Yaşam Dersleri”