Geçtiğimiz 16 Kasım Ahmet Kaya’nın ölüm yıldönümüydü…

Tam 20 yıl önce vefat eden Kaya’nın ölümüne dair her yerde paylaşımlar vardı.

Sağken taşlayanların, ölüyken alkışladığı bir süreci daha geride bıraktı.

Ne garip…

Son yıllarda ne kadar görüyoruz bu manzarayı değil mi?

Müslüm Gürses’i hayatta iken hor görenler, bugün onun şarkılarını modern diye yorumlayıp hayranları olmak için yarışıyor.

İlla ölmeleri, illa bir bedel ödemeleri gerekiyor…

Dün Kaya’ya çatal bıçak atanlar, bugün özürler diliyor, “Hatta ettim” diyor.

Yeterli oluyor mu?

Olmuyor…

Çünkü gittiler…

Geriye de şarkıları, söyledikleri, anlattıkları kaldı.

O şarkılardan birinde…

Şöyle diyor Kaya:

“Sakin göllerin kuğusuyduk
Salınarak suyun yanağında
Yarılan ekmeğin buğusuyduk
Gözüm yaşarıyor
Yüreğim yanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle.”

***

Siz de dikkat ettiniz mi bilmiyorum…

Van için de sıkça dile getirdiğimiz bu insanları harcama konusunda milletçe bu işin gediklisi olduk.

İnsanımızı, değerimizi, kıymetimizi, üretenimizi fena harcıyoruz.

Sağken kıymet bilmiyor, öldükten sonra dilimizden düşürmüyoruz.

Ahmet Kaya bir örnek.

Ama tek değil.

Dediğim gibi sanatçılar, sinemacılar, yazarlar, çizerler…

Kimler var kimler?

Yaşar Kemal gibi Vanlı bir müthiş edebiyatçıyı kaybettik.
Sağken Van adına bir şekilde sahiplenemedik.

Şimdi ah vah ediyoruz.

Çukurova’nın eşsiz kalemi olarak anılırken biz ardından bakıyoruz.

Mehmet Ali Birand gibi bir gazeteciyi vardı.

Yorumuyla, duruşuyla, kalemiyle sıra dışı bir televizyoncu ve gazeteciydi.

Hayatta iken eleştiriyordu.

Şimdilerde ise TV’de her konunun uzmanı, cahil cühela isimlerin mesnetsiz programlarına kaldık.

***

Anlayacağınız söyleyeni, yazanı, çizeni, konuşanı…

Mesele hiç birisi değil.

Mesele fena harcıyor olmamız.

Fena bir şekilde tüketiyor olmamız!

Bu bir hastalık.
Bu bir illet!

Fena halde bozulduk, yıprandık.

Ülkede, kentte, mahallede, sokakta nice değerlerimiz, nice ‘büyük’ adamlarımız var.

Ama sahip çıkamıyoruz.

Kendi ellerimizle, kendi linçlerimizle öldürüyoruz.

***

Biz aynı tasta çorba içen komşular, aynı bahçede dertlerimizi, kederlerimizi paylaşan insanlardır. Biz yediği içtiği ayrı gitmeyen güzel insanların yaşadığı, güzel bir kentlerin insanlarıydık. Ama ne oldu? Ben söylemiyim, yine Ahmet Kaya söylesin:

“Biri saksımızı çiğneyip gitti

Biri duvarları yıktı

Camları kırdı

Fırtına gelip aramıza serildi

Biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri

Her şeyi kötüledi

Bizi yaraladı

Biri şarabımızı döktü

Soğanımızı çaldı

Biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu…”

Birileri bizi birbirimizden ayırdı.

Birisi et ile tırnağa “Ayrılın” dedi.

Nifak soktu.

Bizi ayırdı, bizi böldü.

Seslerimizi kıstı, lokmalarımızı ayırdı, aşımıza zehir kattı.

Şimdi görüyorsunuz halimizi.

Birbirimize tahammül edemez, iki kelam edemez, aynı evin farklı düşünen iki bireyi olarak yaşayamaz hale geldik.

Ayırdılar, gayrı bıraktılar, bizi tükettiler.

Keşke olmasaydı…

Ahmet Kaya ne kadar da haklı:

“Ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor

Olmasaydı, olmasaydı sonumuz böyle…”

Rahmetle alıyoruz… Yaşarken kıymetini bilmediğimiz, öldükten sonra yokluğunu çok aradığımız güzel insanların mekânı cennet olsun. Kadir-kıymet bilenlerden olmak umuduyla…