Ölmeden önce kim ölüyor?

Abone Ol

"Ölmeden evvel ölmek" ne anlama gelir sizce? Bir cesedin toprağa girmesinden önce mi başlar asıl ölüm, yoksa ruhun kendi karanlığına gömüldüğü anda mı? Bu söz, sadece sufi şairlerin gizemli şiirlerinde mi yaşar, yoksa hayatın tam ortasında sessizce yankılanır mı?

Sultan Veled’in çağrısı serttir ama sadedir:

“Git, iradenle öl ki emir olasın.”

Peki, neye ölmek gerek? Hangi arzudan, hangi egodan, hangi ‘ben’den vazgeçmek gerekir ki insan kendiyle barış içinde yaşayabilsin?

Günümüz insanı için “ölmeden evvel ölmek”, belki de başkalarının onayından, hırslarından, tüketme tutkusundan ve gösterişe tapmaktan vazgeçmektir. Ama kolay mı bu? Hele ki “hayatta kalmanın” bile bazen ruhu öldürdüğü bir çağda...

İnsan bazen yaşamayı o kadar büyütür ki, yaşarken çürüdüğünü fark etmez.

Yavuz Sultan Selim’in vefatına yakın Hasan Can’la yaşadığı o sahne hâlâ içimize ayna tutar:

—Vakit Allah ile beraber olma vaktidir.
—Bre Hasan! Sen bu zamana kadar bizi kiminle bilirdin?

Peki ya biz? Bugüne kadar kimi referans aldık? Kimle yürüdük bu hayatı? İrademiz gerçekten bizim miydi, yoksa toplumun alkışladığı gölgeler mi yürüttü bizi?

Her nefs bir “ağaç”tır. Ve ölüm, onun yaprağıdır. Sahi, sizin ağacınızın yaprakları ne renk? Solmuş bir kibir mi taşıyor dallarınız, yoksa Hakk’a yönelmiş bir teslimiyet mi?

Sultan Veled’in dediği gibi:

“Kendinden geç, Hakk’a sarıl.”
Ama bunu duyunca aklımıza şu gelmiyor mu:
Kendinden geçmek… ya hiç kendin olamamışsan?

Modern insanın dramı burada saklıdır belki de: Henüz tanışamadığı bir "ben"i kaybetmekten korkar. Oysa sufilik, önce o ben’i kurban etmeyi öğütler:
Sadece arzuları değil, kaygıları da.
Sadece hırsı değil, geçmişin yükünü de.
Sadece maddi bağları değil, “ben merkezli” tüm bakışları da...

Peki, nefsini gerçekten terk edebilen biri, kaybeder mi yoksa özgür mü kalır?

“Git, gece gündüz Hakk’ın rızasını talep et” derken Sultan Veled, sadece bir ibadet önermez aslında. Bir yön değişikliği sunar. Bir rota düzeltmesi.

Arzunun pusulasından, teslimiyetin kutbuna.

Ve sonunda uyarır:

“Bu varlık perdedir. Ondan çabuk sıyrılmaya bak.”

Ya senin perdelerin neler? Hangi duygular, hangi bağlar seni görmen gereken hakikatten alıkoyuyor?

Çünkü ölüm dediğimiz şey, çoğu zaman “bir bitiş” değil; bir sıyrılıştır.
Bir arınma.
Bir geçiş.
Ve bu geçiş, gerçekten yaşanmak isteniyorsa, hayattayken başlatılmalıdır.

Asıl ölüm, ruhunu susturduğun andır. Geriye sadece kalp atışıyla oyalanan bir kabuk kalır.

Son Soru:
Bugün kendinden neyi eksiltirsen, yarın ruhuna neyi kazandırmış olursun?