Niceleri geldi, neler istediler;

Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;

Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler.

Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye,

Altınları gümüşleriyle övünmeye.

Tam işleri dilediği düzene girer:

Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.   

(Ömer Hayyam)

Yıl 2017… İzmir’de rahmetli annemin taziyesindeydik. Taziyeye benden dört yaş büyük olan bilge yeğenim Kadri abi de İstanbul’dan gelip bize katıldı. Kadri abi benim yaşam koçum, rehberimdi. Benim yetişmemde büyük emeği var. Aramızda esasen çok yaş farkı yoktu, ancak dört yaş bilhassa çocukluk ve gençlik döneminde önemli bir farktı. Her sohbetimizde mutlaka ondan bir şeyler öğrenerek ayrılırdım. Her sohbeti derse çevirir ve taşa nakşeder (işler) gibi anlatırdı. Taziyeyi alışılmışın dışında yapmaya karar verdik. Taziye süresince gelenleri sıkmayacak kadar kısa kısa ibretlik hikayeleri ayet ve hadislerle destekleyerek sohbete çevirdik. Bir taziye gününde Kadri abi rahmetli Doğan Cüceloğlu'ndan okuduğu bir hikayeyi anlattı. Cüceloğlu bir programda katılımcılarla şöyle sohbet etmişti:

- Arkadaşlar, aranızda ölümcül bir hastalığı olan var mı?

Bir katılımcı:

- Allah'a şükür hocam, bildiğimiz kadarıyla yok.

Cüceloğlu:

- Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti olan bir şey söyler misiniz?

Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: Ölüm!

Cüceloğlu:

- Ya beni şaşırtıyorsunuz! Hem ölümcül bir hastalığınız olmadığını söylüyorsunuz hem de hepiniz hemfikir olarak öleceğinizi söylüyorsunuz! Gerçekten de ölüm, tüm insanların başına gelecek olan kaçınılmaz tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına gelmiştir, ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Peki madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

...

Cüceloğlu devam eder:

- Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

- Hayır

- Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?

- Var.

- Yarın?

- Evet.

- 30 yıl sonra?

- Olabilir.

Cüceloğlu:

- Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

...

- Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir?

- Yoktur Hocam.

- Peki az sonra telefonunuzun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün söylenmeyeceğinden emin olabilir misiniz?

….

Cüceloğlu:

-Peki, dün gece evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın öleceğini bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

Bir katılımcı:

- Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.

- Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün. Onunla dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? İletişim biçiminiz aynı mı olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular aranızda tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi?

Bu esnada bazı katılımcılar ağlamaya başlarlar. Belli ki bir önceki akşam yaptıklarının bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu o anda fark etmişlerdi.

Cüceloğlu:

- Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz, yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?

Kadri abi böyle anlatmıştı hikayeyi. Ama bir farkla: Bu konuşmayı anlattığı tarihte ölümcül bir hastalığa yakalandığını, bir sene sonra hemen hemen aynı günlerde kendi taziyesinin yapılacağını bilmeden!

Ruhun şad olsun sevgili Kadri Abim!

Kitap tavsiyesi: Sokrates'in savunması

“Artık ayrılma vakti geldi çattı, ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz. Hangisinin daha iyi olduğunu sadece Tanrı bilebilir.”