“Güvenlik ve emniyet kendiliğinden olan şeyler değildir, ortak fikir birliği ve kamusal yatırımın sonuçlarıdır. Toplumumuzun en kırılgan bireyleri olan çocuklarımıza şiddet ve korkudan arındırılmış bir hayat borçluyuz.” –Nelson Mandela.

           Hangi sabahtır, o beklediğimiz sabah? Hangi gecedir, o beklediğimiz gece? Hangi zamandır, çocuklara bırakacağımız o zaman? … Her on yılda bir olduğu gibi gene çocuklara sokakları zindan ettik, gene bir çocuğa; ‘’Acaba şimdi ölürsek, öbür dünyada oyun oynamamıza izin verirler mi? Acaba öldüğümüzde öbür dünyada bize yemek verilecek mi?’’ Sorusunu sormak zorunda bıraktık. Denizlerde boğulup karaya vuran çocukların cesetlerini görmeye bizi alışır hale bıraktılar. Anne babasının peşine takılıp nereye gideceğini bilmeden ülkeden ülkeye sürüklenen çocuklar gördük. Babasına son kez bakan ve her bakışında her şaire kalem kırdıran çocuklar gördük. Annesini kaybetmiş elinde bir tas ile yemek dilenen çocuklar gördük. Savaşa devam etmek zorunda kalan aile büyüklerine son kez sarılan çocuklar gördük… Daha da görüyoruz, sokaklarda oyun oynaması gereken çocukların sığınaklarda kaderini beklediğini… Bugün bir kez daha vicdanımızı yaralayan o masum çocukların feryadının kulaklarımızda yankılandığı gördük.  

           Beyaz bir sayfanın hangi noktasından başlayalım yazmaya? O beyaz sayfada kara kalemimizle güllerin yeşereceğine nasıl inanalım? Çok fazla geriye gitmeyeceğim, amacım sizlere tarih dersi vermek te değildir. Haddime de değildir çünkü ben tarihçi değilim. Bir insan olarak gördüklerimi, beni uyutmayan, kalbimin her gün yerinden sökülmesine sebep olan çocuklardan, çocuklarınızdan, çocuklarımdan bahsetmek istiyorum. Yaklaşık 11 yıl öncesinin Mart ayında çocukların kap kara bir sabaha uyandığı bir günle başlamıştık hayata. Hırslıların, intikamcıların, çıkarcıların ve zalimlerim olduğu bu hayatta gene Mart ayına yaklaşırken çocukların uyandığı kap kara bir güne daha uyandık. Dedim ya, çok geriye gitmeyeceğim zira ne kalemim ne bilgim ne de kalbim daha da gerisini yazmama müsaade edecektir.  

          2011 yılının Mart ayında başlayan Suriye’deki iç savaş, yüz binlerce kişinin ölümüne, milyonlarcasının ya başka ülkelere göç etmesine ya da yerlerinden edinmesine neden oldu. Uluslararası toplumun tüm çabalarına rağmen barışın sağlanamadığı ülkede savaşın en büyük mağduru ise çocuklar oldu. Günümüzde yerinin neresi olduğunu, sınırlarının nerelerde olduğunu, kimin yönettiğini bilmediğimiz bu ülkenin masum çocukları, dünyanın her noktasına serpilmiş ve perişan haldeler. Su vermeden, ekmek vermeden yeşermesini beklediğimiz bu çocukların akıbetini vicdanımızdan söküp attık. Sorumlu olan kimlerdir? Çocuklardan emanet aldığımız bu ülkeleri tertemiz bir şekilde emanet edemememiz insan olarak bu ülkelerde var olmamızın bir faydası var mı? Binlerce çocuk, on bir yılı geride bırakan iç savaşta ya yaralandı ya da öldü. Sağ kalanlar ise hastalıkla ve açlıkla boğuşuyor. 3,5 milyon çocuk okula gidemiyor. Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF), Suriye’deki çocukların son on yılda yaşadığı drama dikkat çekti. UNICEF, savaşta geride kalan on yıl içinde her sekiz saatte bir çocuğun ya yaralandığını ya da öldüğünü açıkladı. 2011 yılından beri 12 bin çocuğun ya yaralandığını ya da öldüğü kaydedildi. UNICEF, Suriye’deki çocukların savaşın on yıl sonrasında şiddet, ekonomik sefalet ve Corona virüsü salgınıyla karşı karşıya kaldığını, bu üçlü sarmalın aileleri umutsuzluğa sürükleyerek yüzde 90’ını yardıma muhtaç hale getirdiğini açıkladı. Güvenmekten başka çare göremediğimiz bu salgının verilerinin de ne kadar objektif olabileceğini de sizlerin bilgisine bırakıyorum.

           UNICEF’in göre salgın çocuklar ve aileleri üzerinde büyük bir ek yük oluşturdu, sosyal yapıyı parçaladı, çocuk evlilikleri arttı, çalışan çocukların yaşı yediye kadar düştü. UNICEF’in Suriye Temsilcisi Bo Viktor Nylund, ülkedeki her üç aileden ikisinin temel ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını belirterek, “Çocukların durumu daha da kötüleşti. Suriye’de gıda fiyatları bu yıl geçtiğimiz yıla oranla yüzde 230 arttı” dedi. BM, son on yılda Suriye’de yaklaşık beş milyon çocuğun doğduğunu ayrıca ülke dışındaki mülteci kamplarında da yaklaşık bir milyon çocuğun doğduğunu kaydetti. UNICEF, son on yılda Suriye'de beş yaşın altındaki yarım milyondan fazla çocuk kronik yetersiz beslenme nedeniyle gelişemediğini, psikolojik hastalığı olan çocuk sayısının ikiye katlandığını kaydetti. UNICEF doğrulanmış verilere göre 2011 ile 2020 yılları arasında bazıları yedi yaşında olmak üzere 5 bin 700’den fazla çocuğun çeşitli gruplar tarafından ellerine silah verilerek çatışmalarda kullanıldığını kaydetti. 

         Bu verileri daha uzatabilirim ama isteyen herkesin çok rahatlıkla ulaşabileceği bu verilerinden ziyade sonuçlara odaklanmak istiyorum, çocuklara odaklanmak istiyorum. Burada şu soruya da muhatap olabilirim, ‘’ Neden sadece Suriye, dünyada açlıktan ve sefaletten ölen başka çocuklar yok mu?’’ Tabiî ki konumuz sadece Suriye değil ama 5 gün önce başlayan yeni savaşın sonuçlarının nelere mal olacağını somut olarak göstermek için Suriye’deki savaşın verilerini paylaşmak istedim. Başta sosyal medya olmak üzere hangi medyaya bakarsak bakalım çocukların savaş durumundaki hallerini görüyoruz. Babasıyla sarılıp onu savaşa gönderen, sığınaklarda kaderini bekleyen, ailesinin akıbetinden haberi olmadan tanımadığı kişilerle yollara düşen ufacık çocuklar görüyoruz. Bunlar bizim vicdanımızı ve insan olmamızı sorgulayan olaylardır. Bunlara seyirci kalmak, hiçbir tepki vermemek en az zulüm yapanlar kadar, tarih bizi de suçlu sayacaktır.

        "Eğer bir gün yolunuzu kaybederseniz bir çocuğun gözlerinin içine bakın; çünkü bir çocuğun bir yetişkine öğretebileceği her zaman üç şey vardır: Nedensiz yere mutlu olmak, her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak ve elde etmek istediği şey için var gücüyle dayatmaktır. "Paulo Coelho. Lütfen çocukların zulüm gördüğü, zalim insanların ortaya çıkardığı savaşlardan uzak duralım. Yolumuzu kaybettiksek, fani olana kızdıysak, nefsimize yenik düştüysek… Hemen bir adım ötemizde olan çocukların gözlerine bakalım. Onlar için varız, onlardan bize emanet olanlara sahibiz. Onlara yaşanılır bir dünya bırakalım.