MUSTAFA İLE AKKIZ

 

Böyle iki isim yan yana geldiğinde “bir varmış bir yokmuşla başlayan “onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine” ile biten bir hikâye duymak istiyor gönül.

 

Tolstoy der ki;

 

Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar:

 

Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.

 

Onların hikâyesi de Mustafa'nın yola çıkmasıyla başlıyor.

 

Mustafa ile Akkız aynı köyün gençleriymiş. Hatta komşu çocuklarıymış. Gönülleri düşmüş birbirine, Mevla da öyle yazmış evlenmişler. Muradlarına ermiş onlar ermesine. Ama hikâyelerin sonundaki gibi sonsuza kadar mutlu olamamışlar. Zaten bu evlilik mutlu bir son da değilmiş.

 

Evlendikten kısa bir süre sonra memlekette savaş çıkmış. Tüm gençleri cepheye çağırmışlar. Mustafa da gitmiş günün battığı yerden.

 

Güzeller güzeli Akkız, elinde kınasıyla asker yolu beklemeye başlamış. Her gün batımında gözü erinin gittiği yola bakarmış. Öyle ya kuşlar bile akşam dönermiş yuvaya.

 

Arada sırada köylerine cepheden haber geliyormuş. Kuş kadar yüreği kafesinde çırpınarak dinlermiş bu haberleri.

 

Elinde kınası solmuş. Bekliyormuş Akkız, 1 yıl geçmiş. 2… 3… 4…  Hep beklemiş. Savaş bitince civar köylerden askere gidenler bir bir dönmeye başlamış. Dönemeyenlerin de şehadet haberi gelmiş.

 

Bekliyormuş Akkız, Bekliyormuş ama ne Mustafa gelmiş ne de haberi. Her gün Mustafa'nın gittiği yoldan uğurlamış güneşi. Umudu varmış. Kara Mustafa'sı gelecekmiş.

 

Yıllar eskimiş. Gözler yolda ama gelen yok. Derken Akkız'ı Mustafa'nın kardeşiyle evlendirmişler. Hani büyük acılara göğüs gerenler için derler ya “yüreğine taş bastı” diye, Akkız da öyle yapmış.

 

Yıllar geçmiş. Akkız'ın tam on tane çocuğu olmuş. Beşi oğlan, beşi kız. Gelinleri, torunları olmuş.Ama  hala gözü, güneşi yolcu edermiş, her gün batımında. Artık ne sevdasını, ne umudunu gizlemiyormuş. Günün battığı yere doğru döner elinin biriyle gözünü gölgeler, Mustafa'ya seslenirmiş. “Kara Mustafa’m günün doğduğu yerden battığı yere kadar umudum var gel artık diyormuş.” Bu acı sesleniş, elden ayaktan düşünceye kadar devam etmiş.

 

Akkız'ın güneşi de artık batmak üzereymiş. Ölüm döşeğinde bile gözü kapıdaymış. Dilinde bir isim; Mustafa'm…

 

Bir gün iyice ağırlaşmış. Yanında oturan gelinine kapıyı işaret etmiş, bak demiş ben demedim mi gelir diye Mustafa'm geldi, oradan bana gülüyor demiş. Gelin bakmış kapı kapalı, orda da kimse yok. Gelinin dediğine göre bunlar, Akkız'ın son sözleri olmuş.

 

Her şeye kadir olan Allah, kavuşmayı son ana saklamış.

 

Dilerim baki hayatlarını cennetin en güzel bahçesinde geçirirler.

 

Hani diyor ya Aşık Veysel, seversin, alırsın, karın olur. Seversin, alamazsan, kara sevdalın olur.

 

Peki, Mustafa ile Akkız ne olur?