Partisinin Meclis Grubu'nda konuşan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 'Cami yakan zihniyetin IŞİD'den ne farkı var? Bir farkı var. IŞİD kabul ediyor, ama AKP kabul etmiyor. Yarın öbür gün Çiller gibi çıkıp, 'Sur'daki gençlerin helikopterleri var, onlar yakmıştır' derlerse şaşırmam. Siz de şaşırmayın ama itiraz edin' dedi. Beyaz bayrakla hastaneye giden yaşlıların fotoğrafını gösteren Yüksekdağ, 'Burası Filistin değil, 2015 Nusaybin...' diye konuştu.

 

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, HDP Grup Toplantısı'nda gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. 10 Aralık İnsan Hakları Haftası'na dikkat çeken Yüksekdağ, "Türkiye tarihi aynı zamanda İnsan Hakları mücadelesi verirken insanların katledilme tarihidir. Yaşatmaya çalışırken katledildiler. Bunun son örneği Tahir Elçi cinayetidir. Herkese barış için çağrı yaptığı için hiçbir ayrım gözetmeden herkese temel haklar etrafında birleşme çağrısı yaptığı için, insanları yaşatmaya çalıştığı için katledildi Tahir Elçi. Bu ülkede yıllar boyunca barış güvercinleri ve elçileri katledildi" diye konuştu.

 

Elçi cinayeti üzerinden 10 gün geçtiğini belirten Yüksekdağ, "Biz bu 10 günlük sürede barış ve özgürlük irademizi biledik. Bu süre içinde savaş ve yıkım siyasetine karşı halklarımızın barış ve çözüm siyasetindeki kararlılığımızı pekiştirdik. Bundan sonra da aynı şeyi yapacağız daha güçlü, daha kararlı ve daha birleşik bir şekilde" diye konuştu. Siyasi iktidarın bildiği en iyi yöntem olan "savaş ve şiddet" yöntemini kullandığını dile getiren Yüksekdağ, "Onların övünç kaynağı aslında utanç kaynağıdır. Şiddetle zorla baskıyla bir ülkeyi yönetmek suçtur, utançtır" diye konuştu.

 

“İKTİDAR, TARİHİN EN KÖHNE YÖNTEMİNİ KULLANIYOR”

"Biz burada konuşup otururken Kürt kentlerinde insanlar, Kürt gençleri katlediliyor" diyen Yüksekdağ, "Çok tarihsel bir kırılma yaşanıyor. Kürt halkı ve bütün Türkiye halkları, ölümle, baskıyla zor yöntemlerle teslim alınmaya çalışıyor" dedi. Bütün baskı yöntemlerin tek sebebinin itiraz etmeyen bir toplum yaratmak olduğunun altını çizen Yüksekdağ, bunun tarihteki çok eski ve karanlık bir plan olduğunu söyledi. Yüksekdağ, Türkiye yönetiminin demokratik bir yönetim yerine tarihin en köhne yöntemini devreye soktuğunu belirterek, "Hani diyorlardı ya Türkiye değişti diye. İşte bugün Türkiye bu köhne değişimi yaşıyor" diye konuştu.

 

Kürtlerin ve HDP'nin, "konuşmak, konuşarak sorunları çözme ve demokrasiyi getirmek" için direndiğini belirten Yüksekdağ, "Ablukaya alınan kentlerde, mücadele yürütülen her yerde kararlı ve ısrarlı duracağız. Her gün bu kararlılığımızı kırmaya çalışıyorlar" diye konuştu. AKP'nin 7 Haziran seçimlerinden sonra "İstikrar için tek parti iktidarına Türkiye muhtaçtır" söylemlerini aktaran Yüksekdağ, şöyle konuştu:

 

"Aradan geçen bu sürece de bırakalım istikrarı Türkiye istikrarsızlığın merkezi oldu. Bölgede krizi tetikleyen bir tabloyu çizdi. Nerede iktidadır. HDP tek başına iktidar olmanızı engelledi diye HDP'ye oy verenlerin verdiği oyu burnundan getirdiniz. Bugün derdinizin ortadan kalkması gerekirdi. Tek başına iktidar olan bir hükümet olarak huzuru barışı ne zaman getireceksiniz? Daha önce de söyledik. AKP-Saray iktidarı bir istikrar güvencesi değildir. Aksine kendi iktidarının istikrarını ve güvenliğini sağlamaktır. Memleket yansa umurlarında olmaz.

 

“MEMLEKET YANIYOR”

Bugün de memleket yanıyor. İnsanlar evlerinden çıkamıyor, evlerinden çıkmak öldürülme gerekçesi. İnsanlar gaz bombalarını arar hale geldi. Bombalarla insanlar katlediliyor. Sokağa çıkan insanlarımızın hiçbir can güvenliği yok. İstikrar vadeden bir siyasi iktidar 1 Kasım seçimlerinden sonra halka sıkıyönetim sundu. OHAL dönemlerinde bile uygulanmayan sokağa çıkma yasakları ve kentlerin ablukaya alınması ile bir baskı yöntemi kuruldu. Türkiye adeta bölündü. Partimizin ve halkımızın herkes için istediği özyönetim talebi bir bölünme fobisine dönüştü. AKP'den önce de iktidarlar bölünme fobisi üzerinden halkı kendisine mecbur etti. Batı toplumu bu olmayan bölünme üzerinden AKP'ye mecbur ediliyor. Bu büyük bir yalandır, esas bölücülük budur.

 

Bugün siyaseten bir bölünme riski ve tehlikesi varsa bunun merkezi AKP ve Saray iktidarıdır. Halkımız demokratik ulus ve demokratik vatan programı çerçevesinde birlikte yaşama mücadelesi veriyorlar. Bu halkların tarihsel varlığının en temel güvencesidir. Bu kadar kaosun yaşandığı bir dönemde Türkiye halklarının birlikte yaşamasının, bütünlüğünü sağlamasının güvencesidir. Ama bugün bu halkın varlığı hedef tahtasına oturtulmuş durumda. Bunlar görünmüyor, gösterilmiyor. Türkiye'nin batısı bu zulme yabancılaştırılıyor.

 

Bugün Nusaybin'de, Sur'da, Derik'te tarihi, kültürü, insan yaşamını katleden bir sıkıyönetim yaşanıyor. (Nusaybin'deki beyaz bayrakla hastaneye giden yaşlıların fotoğrafını gösterdi) Burası Filistin değil, 2015 Nusaybin... Bu beyaz bayrak yoksa Cizre'de olduğu gibi sokağa çıkma öldürülme gerekçesi. Sayısız Kürt kentinde özel bir savaş ve özel harp hukuku uygulanıyor. Bu sadece devletin kolluk güçleri eliyle yürütülmüyor. Gladyo, kontrgerila unsurları sahneye çıkarılmış ve katliam yaşanıyor. Silvan sokaklarında duvarlarına yazılan yazıları hatırlatmak istemiyor. 'Türk'sen övün, değilsen itaat et' diyen yazılamalar yazılıyor. Bu sözün 'Yahudi isen övün değilsen itaat et' söyleminden ne farkı var. Bunun İsrail ve Nazi Almanya'sının uygulamalarından ne farkı var.

 

Bu yazılamaları sorduğumuzda iktidardan hiçbir yanıt yok. Bunun yerini yalan almış durumda. Doğru söylemeleri için insanlığa karşı işlenen suçları kabul etmeleri lazım. Basını medyayı zapturapt altına aldılar. Aklın aldığı almadığı bütün yalanları fütursuzca söylüyorlar. Ama gerçek inatçı bir şeydir. Bugün karartabilirsiniz ama yarın insanlığa karşı işlediğiniz suçu karartma şansınız olmayacak. Her diktatörün ve zalim yönetimin hesap vereceği bir gün olacak. AKP iktidarı bu zulmün hesabını verecek.

 

“ÇİLLER GİBİ YALAN SÖYLÜYORLAR”

(Suriye Antik Kent Palmira'dan ve Sur'daki tarihi camiinin fotolarını göstererek) Bu camii yakan zihniyetin IŞİD'den ne farkı var? Bir farkı var. IŞİD kabul ediyor, ama AKP kabul etmiyor. Kim bombaladı bu camiyi, inandığımız tek bir şey var. Bölge insanları Kurşunlu Camii'nin yukarıdan helikopterlerle yakıldığını söylüyor. Bunu söyledikten sonra yalanda sınır yok diyorum ya hala inkar ediyorlar. Hala etkili bir izah yok. 90'larda Tansu Çiller vardı. Dersim'de köylüler evlerimiz köylerimiz yakılıyor dediğimizde. Tansu Çiller'in cevabı şöyle olmuştu: 'Terör örgütünün helikopterleri var onlar yapmıştır.' Her dakika yalan söyleyen bir iktidar. Aklın sınırlarını aşan yalanlar üretmek suçlarını örtmek temel bir yaklaşım haline gelmiş. Yarın öbür gün Çiller gibi çıkıp, 'Sur'daki gençlerin helikopterleri var, onlar yakmıştır' derlerse şaşırmam. Sizde şaşırmayın ama itiraz edin.

 

“301 SİVİL ÖLÜM”

Bütün Türkiye toplumuna bunun faturası ağır oluyor. Geçtiğimiz dönemde Ankara, Suruç, Zergelê katliamları dahil olmak üzere 301 sivil insan katledildi. Eğer bir memlekete 7 ayda 28'i çocuk 301 sivil ölmüşse aynı zamanda sivil halka yönelik yürütülen bir şiddet ve adı konulmamış bir savaş var. Bunu söylemek suç, bu canları almak suç değil. Bunun karşısında gerçekleri söylemeye devam edeceğiz. 18 yerde sokağa çıkma yasağı ilan edildi Türkiye'de. 301 sivil yaşamını yitirdi. Toplam 149 gün boyunca sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Biz artık ölümlerin çetelesini tutamıyoruz. Her gün her saat her dakika ölümlerin sayısı artıyor. Kimse kusura bakmasın hiç bir şey olmamış gibi davranmak bizim asla kabul edemeyeceğimiz bir şey. Böyle bir durumda Başbakan çıkmış AB ile vizelerin kaldırılacak olması ile övünüyor. Yazık hiç bir şey diyemiyoruz. Varsın biz AB'ye vizesiz girmeyelim ama bu topraklarda insanlarımız yaşamlarını yitirmesin. AKP hiçbir hukuk kuralına uymadan kendilerine 'hukukdışı olma' hakkı tanıyorlar.

 

Rus uçağının düşürülmesi bütün Türkiye halklarının geleceği ile oynamak anlamına geliyor. Bu tutumun iç siyaset ile doğrudan ilişkisi var. Bu bir başkanlık sistemi siyasetidir. İçeride darbeci bir siyaset izleyerek, baskı ile tek başlarına iktidar oldular. Şimdi büyük devlet imajını yaratmak için bu tür yöntemler deniyorlar. Dış güçlere meydan okuyan Türk devleti, Türk hükümeti, bu sahte vizyon üzerinden başkanlık kampanyası yürütüyorlar. Ama bunun bedelini Türkiye halkları ödüyor. Bunun bedelini daha ağır bir şekilde yaşayabiliriz. Bu kampanya için Türkiye'nin savaş ortamına çekilmesini kabul etmemizi kimse bizden beklemesin.

 

Bunu Türkmenler gerekçesiyle yapıyorlar ama bütün dünya biliyor ki o bölge IŞİD ve türevlerinin yerleşim alanlarıdır. Orada Türkmenleri savunma tutumu yoktur. IŞİD ve türevlerinin korunması ve onlara kalkan olunmasına yönelik bir tutumdur. Buda Türkiye halklarına zarardan başka hiç bir şey getirmediğini biliyoruz. Rus uçağı Türkiye'yi tehdit ettiği için düşürülmedi. Bugün Musul'da Türkiye'yi tehdit eden nasıl bir durum var. Ama oraya asker gönderildi. Bütün bölgede krizi derinleştirecek adımlar atıyor Türkiye hükümeti. Bu bir bela siyasetidir, belaları yaratma siyasetidir. Türkiye toplumu sizin yaktığınız ateşte yanmak zorunda değil. Artık bölge halklarının düşman olarak görülmesinden vazgeçilmelidir.

 

Kürt düşmanlığı ve demokratik değerler karşıtlığı üzerinden iç ve dış politika sürdürülemez. Bu gerilim ve düşmanlaştırılma politikasının terk edilmesi ve barış siyasetine dönülmesi gerekiyor. Bu olmazsa sadece Kürtler değil, bütün Türkiye halkları herkes her yerde kaybedecek.

 

“MASA DEVRİLDİĞİNDEN BERİ ÖLÜM VAR”

Dolmabahçe Mutabakatı boşa çıkarıldığı günden beri Türkiye halkı can, mal ve ekonomik olarak kaybediyor. O günden beri AKP siyaseti çözüm ve müzakere sürecini neden bitirdiğine ilişkin tek bir açıklama yok. Bu sürecin mimarı biziz, biz yürüteceğiz şeklindeki açıklamalar traji-komik açıklamalardır. Çözüm süreci buzdolabına konulduktan sonra bu topraklarda şiddetten ve ölümden başka bir şey yaşanmadı. Bizler başlandığı yerden sürdürülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çözüm masası yeniden kurulabilirse sorunların çözümü için tarihi kapılar açılabilir. Masayı AKP iktidarı devirdi onlar toplayacak. Bunun birinci dereceden sorumluluğu siyasi iktidara düşüyor. Tek başına iktidarı yetkiyi elinize aldınız artık icraat dönemidir. Demokratik çözüm süreci derhal başlatılmalıdır. Sayın Öcalan'a 5 Nisan'dan beri uygulanan tecrit kaldırılmalıdır. Bağımsız bir izleme heyeti ile bu olmalıdır eğer bu olsaydı bu süreç bitmeyecekti. Basına yönelik baskılarda en son Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı. Bütün tutuklu basın emekçilerini selamlıyorum." 

Editör: TE Bilisim