Rahmetli babam gündemi iyi okurdu.

Siyasi yazıları meşhurdu.

Gündeme bomba gibi düşen, bazı kesimleri rahatsız eden yazıları çok olurdu.

Halka yakın dili ve halkı en iyi şekilde yansıtan değerlendirmeleri ile herkesi kendisine yakın bulan bir yazardı.

Babam diye demiyorum ama gerçekten iyi ‘yazardı’!

Efendime söyleyeyim. Bazen yazılanlar da fayda etmeyince babam farklı yöntemler denerdi.

Mesela bir ara bizim Vanlılara çok sinirlenmiş, bir günlüğüne siyaset yazmaya ara vermişlerdi. Babam Aziz Aykaç ve onunla birlikte o dönemin ‘cengaver’ yazarlarından Ergin abi (Ergin Sarı) ve diğer yazarlar bir gün farklı bir şey yapalım demiş ve laf anlamayana laf anlatma denemeleri kapsamında değişik bir şey denemişlerdi.

O gün gazetede her bir köşede bir yemek tarifi yer almış. Babam, Ergin abi ve diğerleri ‘Keledoş’ tarifinden başlayarak sırayla Van yemeklerinin tarifini vermiş, “Alın size köşe” demişlerdi.

Dertlerini anlatabilmişler miydi, ya da ters bir etki yaratabilmişler miydi bilmiyorum ama bence güzel bir hamle olmuştu.

Neyse... Rahmetli babamı ebediyete uğurladık, Ergin abi ‘inzivaya’ çekildi, yazmaz oldu. İş başa düştü. Gün geldi çattı. Yemek işini konuşmak bu kez bana kaldı.

 

 

***

 

Kentin siyasetinin ‘yattığı yerden doğrulmaya çalışan boksör’ misali ağır çekim işlediği süreçte, ‘Artık sarmıyor’culara ben biraz gırtlak meselelerinden bahsedeyim.

Ama öncesinde ‘siyasetçi’ ve ‘yemek’ işini bir arada buluşturan bir anımdan bahsedeyim.

Bir gün geçtiğimiz dönem milletvekillerimizden Sayın Beşir Atalay ile otururken söz döndü dolaştı Van mutafına geldi. “Van’ın hangi yemeği meşhurdur hele bir söyleyin?” diye bir soru sordu bize. Biz başladık işte: “Keledoş, helise, ekşili, Van tavası” falan derken. “İyi de Van’da bunları şehirde yiyebileceğimiz bir yer mi var?” dedi.

Bir şey diyemedik. Biz diyemeden, de bir şey daha ekledi. “Tamam Van Kahvaltısının bile en iyisini, en güzelini bu otelde yiyebiliyorsunuz.” Dedi.

Haklı mıydı? Gelin tartışalım.

 

***

 

Efendime söyleyeyim...

Eskiden Antep deyince Vanlıların aklına en çok ‘Ford’ minibüsler gelirdi. Bir dönem neredeyse Türkiye’nin en çok ‘Ford’ minibüsünün bulunduğu il ve ilçelerde zirveye oynayan Van’ın Gaziantep tasviri genelde bir oto sanayi şeklindeydi.

Genel bir çerçevede ise Gaziantep ‘Van gibi, Batman gibi’ potansiyeli olan, hafiften sanayi eğilimi olan ama bir çok sektörde evrilmeye de müsait bir kent idi.

Neyse uzatmayayım. Son 20 yılda Gaziantep bir şeyleri başardı. Sanayi şehri oldu, üretim şehri oldu, Güneydoğu’nun cazibe kentlerinden biri oldu...

Ama başka bir şey daha oldu.

Gaziantep tüm bu potansiyellerinin yanında saklı tuttuğu mutfağını da halka açarak aynı zamanda bir ‘gastronomi’ kenti oldu.

 

***

 

Bir belediye başkanı bir kente asfalttan başka ne yapar demeyin.

AK Parti’nin bir uzun yıllar vekillik ve bakanlık yapan vekili Fatma Şahin 30 Mart 2014 seçimlerinde getirip Gaziantep’te belediye başkan adayı gösterdi. Ne olduysa ondan sonra oldu. Gaziantep bir parladı, pir parladı!

Belki çok tartışıldı, belki Türkiye’nin gündemi oldu ama Fatma Şahin’in Gaziantep’e dair yaptığı en iyi şey kente bir ‘kimlik’ kazandırması oldu.

Hatırlarsınız kent için logolar yaptırdı, kentin bir çok özelliğini yeniden tanımladı, kurumsal anlamda Gaziantep’i Gaziantep yapan her şeye ‘değer’ kattı.

Bunlardan birisi de ‘Gaziantep Mutfağı’ydı tabi.

***

 

Antep’in mutafı 2015 yılında UNESCO tarafından tescillendi.

Evet evet. Tıpkı tarihi, turistik güzellikleri tesciller gibi, Van Kalesi’ni, Akdamar Adası’nı tesciller gibi ‘Yaratıcı Şehirler Ağı’na Gaziantep’i dahil edip tüm yöresel lezzetlerini tescilledi UNESCO.

Ama bu öyle durduk yere olmadı. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin gayretleri ile kentin tüm lezzetleri kimliğe kavuştu, birer marka oldu, büyük yatırımlar yapıldı.

Sonra işler büyüde de büyüdü. İnsanlar Gaziantep’e ‘yemek yemeye’ gider oldu. Sonra Gaziantep çıtayı biraz daha yükseltti, dünyada bir Gastronomi merkezi olma hedefini önüne koydu. Yatırımlar sürdü. 3-5 yıl gibi bir sürede de Gaziantep bir Gastronomi turizminin merkezi olup bir çok insana da Gaziantep’e gitme sebebi yarattı.

 

***

 

Adamlar işi öğrendi. Boş kalırlar mı?

20-22 Eylül tarihlerinde ‘Gastroantep’ diye bir festival düzenlediler. 40 ülkeden katılımcıları ve şefleri Gaziantep’e çektiler. Ve dile kolay 3 günde 250 binden fazla turisti, ziyaretçiyi, şefi ve lezzet düşkünlerini şehirde ağırladılar.

Yaptıkları tek şey ise çılgınlar gibi yemekler pişirip yemek oldu.

İşin şakası bu da dahasını da yaptılar: Festivalde, konuşmalar, yarışmalar, workshoplar ve daha bir çok aktivite vardı. Fakat festivali en iyi tanımlayan cümle de yine Gaziantep’a bu büyük zenginliği kazandıran Belediye Başkanı Fatma Şahin’in sözüydü:

“Bizim bu zenginliğimizi ekonomiye, istihdama çevirmemiz gerekiyor.”

Daha başka bir şey söylememe gerek yok.

 

***

 

Gelelim bize... Lafa gelince oturup bir defada bir kuzuyu yiyip kalkan insanlarız.

Midemize aşırı düşkünüz, ağzımızın tadını çok iyi biliriz.

Her şeyimizden olur ‘yememizden’ olmayız.

Ve gerçek şu ki yöresel ürünlerde, damak lezzetinde Gaziantep’ten eksik kalır bir noktada değiliz. Ama mevzu gurmeliğe gelince sadece kendimize ‘gurmeyiz’.

Yıllar içinde kentimizin yöresel lezzetlerini, yemeklerini, meyvelerini, sebzelerini markalaştırmaktan ziyade yitirmek için her şeyi yaptık.

Allah razı olsun Yusuf Konak ağabeyden. Yıllardır onun da büyük katkısıyla ‘Van Kahvaltısı’ işini herkese ezberlettik. Kahvaltı denince akla gelen ilk şehir olduk, ama yıllar içinde bir çok şehirde Van Kahvaltısına taş çıkaran hamleler yapıldığına da şahit olduk.

Valla Diyarbakır Hasanpaşa Hanı’nında ‘Van Kahvaltısı’dan daha lezzetli kahvaltı yaptığını söyleyenlerin sayısı artık hiç de azımsanacak gibi değil.

Biz de ise kahvaltı işi iyice ‘vıcık vıcık’ oldu.

 

***

 

Açık söyleyeyim. Bu haliyle bu kahvaltının gideceği de 3-5 yıl. Ötesi yok.

Bakın gelenler “Bu muydu meşhur Van Kahvaltısı” diyenlerin sayısı artıyor.

Sunum konusunda kötüyüz.

Olayı ticarileştirenler yüzünden Van Kahvaltısı diye bir şey kalmadı.

Şimdi kente gelenler akşamdan tabağa doldurulan taş gibi reçeli, tavuk etinden yapılan sucuklu yumurtayı, buz gibi murtuğayı, toprak gibi kavutu, kokuşmuş söğüşü yiyince Van Kahvaltısı mı yapmış oluyorlar?

Valla bence bu Van Kahvaltısı falan değil. Bizim bildiğimiz Van Kahvaltısı daha başkaydı...

 

***

 

Sonra Van’a bir ziyaretinde gelip tam da dediğim o bayat Van Kahvaltısını yiyen Milliyet yazarı Abbas Güçlü, “Kendilerine de söyledim, eğer menü ve sunumlarını değiştirmezler ise zirvede kalmaları çok uzun sürmez! Çünkü aynı lezzet, hatta daha fazlası, başkalarında da var” dediğinde küsüp adama gönül koyuyoruz.

Valla beyler adam haklı. Açık söyleyeyim Van’daki bir çok kafe, franchasing mekan bile Van’ın yöresel kahvaltıcılarından iyi kahvaltı veriyor.

Diğer mekanlarda ise hala sokaktan geçeni tutup dükkana fırlatma yarışı yapılıyor.

Kimse kusura bakmasın, Abbas Güçlü’nün dediği gibi bu haliyle ‘çok sürmez’!

 

***

 

Dönüp bir de sahiplenme işine bakıyorum:

Kahvaltının patentinin alınmasında başvuruyu yapan Van Ticaret ve Sanayi Odası...

Guinness Rekorlar Kitabı’na adını yazdıran Van Kahvaltısı Rekoru etkinliğini gerçekleştiren tarafı Van TSO.

Kavutun, Van Otlu Peyniri’nin, keledoşun coğrafi işaret tesicilini yapan Van TSO.

E tamam da kardeşim, bunlar hepsi Van TSO’nun mu boynunun borcu?

Ama başka dert eden yok. Bir de konuyu kendine dert eden bazı dernekler, bireysel olarak çırpınan bir kaç isim var. Başka da yok.

Bakın Gaziantep’de bu iş Büyükşehir eliyle başladı, tüm kentin dahil olduğu bir süreç olarak işledi. Öyle biz de olduğu gibi ‘sanayi’ ve ‘ticaret’ ile uğraşırken bir taraftan da kentin mutafına sahip çıkmaya çalışan vatandaşların üzerine farz kılınmadı.

 

***

 

Şimdi biz bir çok şeyde olduğu gibi Van Kahvaltısı ve Van Mutafı konusunda da kararımızı vermeliyiz. Biz bu konuda bir şeyleri başarmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Ha istiyorsak bu iş geleneksel yöntemlerle olmaz. Bir kere bunu bileceğiz.

aman değişti.

Eğer mutfak konusunda ‘algı’ları yönetmek istiyorsak ‘olgu’ işinin evveliyatını iyi kuracağız.

“Biz Gurmeyiz” deyip gelen misafirlerimize  hamburger, pizza, ısmarlamaktan vazgeçeceğiz. Gelen herkese hakkıyla bir Van Kahvaltısı yedirmeyi bir kere öncelik yapacağız.

Murtağanın da, kavutun da, kaymağın da, keledoşun da hakkını vereceğiz.

Sonra da bu mutfak işini bir kurumsal kimliğe oturtup pazarlayacağız.

Yoksa öyle ‘sonradan gurme’ olmaktan öteye geçemeyiz.

Haberiniz olsun.