Sözden eyleme: Hakiki tövbenin sırrı

Abone Ol

“Beytullah’ta biri, ‘Estağfirullah, estağfirullah!’ diyerek tesbih çekiyordu. Hazret-i Ali (k.v) ‘Ne yapıyorsun?’ diye sordu. Adam: ‘Günahlarımdan istiğfar ediyorum,’ dedi. Hazret-i Ali buyurdu: ‘Bir daha günahlarına dönmemek üzere tövbe et; istiğfara gerek kalmaz, olur biter.’”

İnsanlık tarihi boyunca pişmanlık, ruhun derinliklerinden gelen ortak bir yankıdır. Hatalarımızın gölgesinde bocalarken, içten bir arınma arzusu sarar benliğimizi. İslam düşüncesinde tövbe ve istiğfar, bu arayışın temel ve en derin manevi yollarından biridir.

Yukarıdaki kadim kıssa, bu iki kavramın yüzeyin çok daha ötesinde anlamlar taşıdığını gösterir. Hazret-i Ali’nin sözü, sadece bir öğüt değil; insanın kendi iç dünyasındaki dönüşüm potansiyeline yapılan çağrıdır.

Kâbe’nin kutsal sessizliğinde yükselen “Estağfirullah” zikri, aslında ruhun bir ferahlama ve kurtuluş çığlığıdır. Ancak bu tesbihin yalnızca dilde kalması, bir nehrin kenarında durup suyun kirimizi temizlemesini beklemek gibidir. Hazret-i Ali’nin uyarısı, işte bu yüzeysellikten sıyrılmayı öğütler: Gerçek arınma, kelimelerle değil; kalpten ve kararlı bir yönelişle mümkündür.

Tövbe: Geçmişi Silmek Değil, Geleceği İnşa Etmek

Hazret-i Ali’nin ifadesi, bireyin niyet beyanı ile eylemi arasındaki bağı çarpıcı biçimde ortaya koyar. Samimi tövbe, yalnızca geçmişin izlerini silme çabası değil; aynı zamanda yepyeni bir yolculuğun başlangıcıdır.

İstiğfar bir kapıyı çalmaktır. Ama gerçek bağışlanma için o kapıdan içeri girilmesi gerekir. Bu, insanın kendisiyle yüzleştiği; hatalarıyla hesaplaştığı ve artık aynı yöne bir daha yürümemeye kararlı olduğu içsel bir devrimdir.

Sözün Mührü: Niyetin Eyleme Yansıması

Tövbe, eğer sadece dille sınırlı kalırsa, niyeti yarım bırakır. Gerçek tövbe; nefsi dizginlemek, arzulara karşı direnmek ve hakikate yönelmektir. Bu bir dönüşümdür: sözün eylemle, niyetin kararlılıkla mühürlenmesidir.

Sonuç: Dönüşen Kalbin Hikâyesi

İslam geleneğinde tövbe ve istiğfar, biri diğerini besleyen iki ruhsal damar gibidir. Dil, kalbin aynası olduğu sürece değerlidir. Çünkü gerçek bağışlanma, yalnızca dilde değil; davranışta, niyette ve yönelişte hayat bulur.

Hazret-i Ali’nin öğüdü, bireye sadece pişmanlığı değil; yeniden doğuşu, bir kimlik tazelenmesini önerir. Asıl tövbe, dilin değil kalbin ve eylemin değişmesidir. Ve işte bu değişim, insanı Allah’a yakınlaştıran, iç huzura eriştiren en sahici yoldur.