Suriye uzun zamandır kara bir yazgıya sahip coğrafyadır. 2011 yılının martında başlayan Suriye iç savaşı yıllardır akıtılan kanın ve gözyaşın yeridir. Bu koşullar altında çoğu Suriyeli birer mülteci, birer savaşçı olmuş, umuda yolculuk için başka vatanlarda hayat bulmaya çalışıyorlar.

Suriye sessiz bir iklimi yaşarken, bir anda ülkenin semaları barut kokusu salmaya başladı. Suriye için artık çok geçti, savaşın zifiri karanlığı altında kaldı. İsyan bayrağını açanlar şehirleri kuşattı ve birer birer Suriye yönetiminin elinden aldılar. Daha sonra her bir şehir kendi inancına ve etnik kimliğine göre mevzilendi, Esad’a bağlı askerler ise başkente çekiliyordu.

Suriye’de Esad’ın düşürülmesi için, silahlı isyana kalkışan muhalif kesiminin yanında oyuna dahil olan Batılı devletler de savaşı iyice körükledi. Bununla beraber Suriye sınırları savaşın lojistik hatlarına dönüşürken, savaşın yarattığı yıkım sivillerin topraklarını terk etmesine neden oldu.

Savaştan kaçanların çoğu Türkiye’ye sığındı. Sokakta veya başka yerde olsun artık Suriyeli birileri ile karşılaşırız. Kendimi hep onların yerine koymayı ihmal etmem. Suriyeli olsun, Afganlı olsun, ne zaman yabancı uyruklu biriyle karşılaştığımda, buraya gelmelerinin öyküsünü duymak, öğrenmek isterim.

Geçenlerde Suriyeli biriyle tanışma fırsatım oldu. Adı Saddam Hüseyin, 20 yaşında genç bir çocuk. Tam ismi Saddam Hüseyin el Hasan. Deyr el Zor’un Mayadin kasabasından göçüp Türkiye’ye, akrabalarının yanına yerleşmiş.

Saddam’ı Türkiye’ye sürükleyen sebepler ortadadır. Rus ve Esad askerleri Mayadin’i kuşatmaya geldiklerinde yaşadığı topraklardan ayrılmak zorunda kalmış. Savaş Saddam’a çaresizlik, tükenmişlik ve karamsarlıktan başka bir seçenek bırakmamıştı. Tankların sesinden uzaklaşmak, savaş uçaklarının hedefi olmamak için o da herkes gibi kaçmanın ve kurtulmanın çaresine bakmış. Saddam şimdi Türkiye’deki hayatına ve işine sarılmış mücadele ediyor.

Saddam, Suriye’deki vahşi yıkıma tanıklık etmiş, her bölgesinde savaşın kol gezdiği bir sırada Türkiye’ye zar zor sığınmış. Savaştan kaçamayanlar ise “ya işbirlikçi olmuş ya da çoktan örgüte katılmış” diyor.

Babası, devrik Saddam Hüseyin’in büyük bir hayranıymış. Cesaretinden ve koyu bir Arap Sünni milliyetçisi olmasına hayran kaldığı için çocuğuna da aynı ismi vermiş.

İsmiyle ilgili şaşkın bakışlarımı susturmak için “Biliyorum, Kürtler Saddam Hüseyin’i sevmezdi” diyor. Bense “Saddam Hüseyin’i sever miydin?” dediğimde, yüzünde gülücükler beliriyordu.

Annesini ve babasını sorunca, başını eğerek çatışma sırasında vurulduklarını söylüyordu. İnsan bunları duyunca savaşların ve ölümlerin ne zaman biteceğinden kuşkulanıyor. Savaş, bir açlıktır. Bitmek, doymak bir türlü bilmiyor.

Saddam, sorduğum sorulara hiç üşenmeden cevap vermeye çalışıyordu. Bir ara internetten doğduğu ve büyüdüğü kasaba olan Mayadin’in enkaz olan evleri, delik deşik duvarları bana gösteriyordu. “Bak bunları Esad’ın ordusu ve Rus askerleri yaptı. Hepimizi sürdüler, mallarımıza el koydular” diyordu.

Saddam her söyleminde Esad’a ve Şii savaşçılara olan kızgınlığını dile getiriyordu. “Ruslarla Esad’ın askerleri şehirlerimizi, köylerimizi bombaladıktan sonra İran’dan getirilen Şii savaşçıların insafına bıraktılar. Biz de kaçmak zorunda kaldık.”

Kürtlere kızgınlığını da “ABD ve Kürtler petrol için geldiler. IŞİD’i yendikten sonra petrolün asıl sahipleri oldular. Eskiden, Esad döneminde, iyi kötü geçimimizi petrolle idare ediyorduk ama şimdi ABD ve Ruslar bölgeye yerleştikten sonra petrolle işimiz kalmadı.

“Suriye’ye dönmeyi düşünüyor musun?” dediğimde, “Esad çoktan arazilerimize ve evlerimize el koymuştur. Orada bizi yaşatmazlar, dönemem” diyordu.

Suriyeliler, bugün savaşın ateşine üfleyenleri ibretle izlemeye devam ediyor. Ülkenin yoksulluk ve yokuştan çıkmasını ve hayallerindeki refah Suriye’yi bir an önc