Herkesin var bir kesi,

Ben bî kesin, yok kimsesi

Ben bî kesin, sen ol kesi

Ey kimsesizler kimsesi

            Azerbaycanlı bir garip şair

(Kimsesiz hiç kimse yok Herkesin var kimsesi Kimsesiz kaldım Yetiş Ey kimsesizler kimsesi. ..)

Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” (Âl-i İmrân Suresi - 173) 

Bu ayeti okuyunca içim ferahlık dolar, kalbim huzur bulur. Tecrübeyle sabittir; yüce Allah kendine güveneni yalnız bırakmaz. Tabii ki bu güven ve tevekkül, samimiyet ve teslimiyet ile olmalı. Tevekkül; Arap dilinde, Allah'a veya "Onun planlarına güvenmeye" dayalı teslimiyeti anlatan İslâmî bir terimdir.  Yani “gerekli olan her türlü önlemi alarak; elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra kalben Allah'a bağlanıp ona güvenmek, sonucu Allah'tan beklemek” anlamına gelmektedir. İbnü’l-Cevzî, tevekkülün “kulun kendi gücünü aşan hususlarda işin sonunu Allah’a havale etmesi olduğunu” söyler, Tevekkülün en kısa ve kesin ifadesi olan “Hasbünallahu ve ni’mel vekîl” sözünü Hz. İbrahim (as) ve Hz. Muhammed (sav) en zor ve sıkıntılı anlarda söylemişlerdir.

Yaşayan herkesin hayatta bir sürü musibetlerle, sıkıntılarla, zorluklarla vs. karşılaşması kaçınılmazdır. Bu durumu yüce Allah bir ayet-i kerîmesinde şöyle ifade ediyor: Elbette sizi korku, açlık; mallar, canlar ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele” (Bakara,155) Bu musibetlerin perde arkasında kim bilir ne nimetler vardır. Ancak bu nimetler sabredenlere açılır. Sabır ise her  türlü tedbiri alıp Allah’a sığındıktan sonra “Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” sözünü söyleyebilmektir.

Her insan gibi bir çok musibetlerle, sıkıntılar ile karşılaştım. Ancak bunlara musibet olarak değil imtihan ve rahmet gözüyle baktım. Geçen gün şeker hastası olduğumu öğrendiğimde Rabbime bir daha şükrettim. Birinci şükür bugüne kadar beni sağlıklı kılmasıydı. Arapça’da güzel bir söz vardır: “Me heb abdu ille belehu yani Allah sevdiği insanı musibetlerle imtihan eder. Rabbim beni imtihana tabi tutmaya uygun görmüş, bu da ikinci şükür nedeni.

Rabbime dua ederken kısa ve öz şunu söylerim: “Ya Rab; Sen büyüksün ben küçük. Beni yaratan sensin koruyup kollayacak da sen. Ben aciz bir insanım. Zalimlerle karşılaştığımda beni onlarla yalnız başıma bırakma. Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Resulullah'ın (sav) ifadesi ile senin merhametin bir annenin yavrusuna olan merhametinin yetmiş (çokluktan kinaye) katından fazladır. O halde ey merhametlilerin en merhametlisi; beni gafil, zalim, kafirlerle başbaşa bırakma.” Bu dua bana hep zırh ve kalkan olarak dönmüştür. Ve Rabbim hiçbir zaman beni yalnız bırakmadı. Uzun yıllar önce zulmüne maruz kaldığım bir kişinin başına gelenleri duyunca sevgili Rabbime şöyle demiştim: “Ya Rabb, halbuki ben bu adama beddua da etmemiştim.” Lakin bazen beddua etmemenin beddua etmekten daha kötü olduğunu söylerler. Hikaye edilir ki bir adam uğradığı zulmü hocasına anlatır. Hoca, “Ona hakkını korumak adına birşey söyledin mi? diye sorunca talebe; “Yok, Allah’a havale ettim,” deyince hocası; “Doğru yapmadın, peşinden koş ona küçük de olsa bir şeyler söyle. Yoksa direkt hakkını Allah’a havale edersen, yüce Allah senin hakkını alıp kişiyi perişan eder.”

Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.” Bu sözü hakkıyla söylemek, söyleyebilmek çok önemli. Ancak şu husus çok daha önemli: Sebebiyet verdiğimiz olumsuz neticeler ile ilgili olarak bu sözün muhatabı olmamak.

“Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.”

Kitap Tavsiyesi: YASALAR Platon

Platon 12 kitaptan oluşan son yapıtı Yasalar’da, toplum görüşüne yeni boyutlar katar; devletin temelini oluşturması gereken yasaları sıralar. Temel sorun, yasa koruyucunun akıl aracılığıyla toplumun gereksinimlerine karşılık gelen bir kurallar bütününü nasıl oluşturabileceğidir.