Vicdansızlık, merhametsizlik, kıymet bilmezlik bu coğrafyada, bu topraklarda ve bu memlekette yaşayan biz Vanlılar için kullanılabilecek en ağır ithamlar belki…

Biz Vanlılar ki ev sahipliğimizle, yufka yüreğimizle, merhametimizle biliniriz.

Eskiden olsa “Vanlı” dedin mi dünya dururdu.

Bir yerde “Vanlı” kelimesi geçti mi, Van ile öyle ya da böyle bir şekilde bağı olan insanlar hemen meseleye atlayıp “Vanlıları bilirim” der hep iyi bildiğinden söz ederdi.

Yani anlayacağınız herkes bizi iyi bilirdi.

Ne oldu…

Neler yaşadık…

Nasıl bu hale geldik bilmiyorum ama son zamanlarda bu güzel sıfatlardan sıyrılmaya başladık sanki.

Merhametimizi de şefkatimizi de yitirmeye başladık.

Artık o karıncayı bile incitmeyen, çiçeği dalından koparmayan kentin sakinleri değiliz biz.

Bunları nereden mi çıkarıyorum?

Gördüklerimden…

Şahit olduklarımdan…

Hep beraber yaşadıklarımızdan…

Çok uzağa gitmeyelim.

Bugünkü gazete manşetimize bir bakın derim.

Son birkaç yıl içinde onlarca defa manşet olmuş, yüzlerce, binlerce kez de satır aralarında haber olmuş bir mesele.

Van Gölü’nün tek balık türü olan Van Balığı (İnci Kefali)’nın kaçak avlanma meselesi…

Bu balık bizim değerimiz değil mi?

Bu balık ki sadece bizim memleket ile anılan, etiyle-kemiğiyle bu memleketin güzelliği, değeri olan bir canlı değil mi?

Madem öyle neden kıyıyoruz.

Normal zamanında yemesi, avlaması, satması, sahiplenmesi varken sadece birkaç aylık göç yolculuğunda hayatlarına neden set çekiyoruz.

Üreme yolculuğunda, gelecek nesillere de bir değer bırakma sürecinde biz bu balıklardan ne istiyoruz?

Biri bana söylesin Allah aşkına?

Sadece üç aylık sürçte bu balıkların yakalanmaması, yenilmemesi, satılmaması çok mu zor?

Vanlılar bu balığı yemeden hayatta kalamıyor mu?

Bu balığı sadece 3 ay gibi bir süre satmayan balıkçılar açlıktan mı ölüyor?

Bu balığı kaçak avlayıp satan balıkçalar milyarlar mı kazanıyor?

Hayır.

Çoğu zaman balıklar telef oluyor.

Operasyonlarla el konuluyor.

Anlayacağınız o balıklar kimseye de kolay kolay yar olmuyor.

Olan tek şey göç yolculuğundaki kıymetli bir türün, Van ile özdeşleşen bir güzelliğin de Van Gölü gibi hunharca tüketildiği.

Başka da bir şey yok.

Sadece bunu mu tüketiyoruz?

Hayır…

İnsanlığımızı başka şekillerde de tüketiyoruz.

Sadece kaçak balık avlamıyoruz.

İnsanları da kaçırıyoruz.

İnsanların hayatları ile de oynuyoruz.

Son birkaç yıla bakın.

Van’da, göç yolunda hayatını kaybeden, hayatı karara kaç göçmen var?

Tüm mücadele ve çağrıya rağmen Van neden hayatların karardığı bir kent olma ısrarını sürdürüyor?

Bakın şaka değil.

Van artık dünyanın en büyük mülteci mezarlığı olarak anılmaya başlandı.

Kaynaklarda bu ifadeler her geçen gün artıyor.

Van artık göçle, göçmenle, ölümle anılıyor.

Kaçak gelen göçmenin girişiyle değil en çok öldüğü kent olarak biliniyor.

Gözü kararmış kaçakçılar bir araca yüzlerce insan doldurup para hırsı yüzünden canlarından ediyor.

Çoğu zaman kendileri de bu hırsın kurbanı oluyor, kaybedeni oluyor.

Uslanıyor mu?

Hayır…

Uslanmıyor.

Bizim insanlığımıza, merhametimize, misafirperverliğimize darbe vuruyor!

Bizi de zedeliyor…

İnsanlığımızı da…

Kentimizi de…

Kimliğimizi de…

Geçmişimizi de…

Geleceğimizi de…

Anlayamıyor, idrak edemiyor.

Ne oldu da? Neler yaşadık da biz bu hale geldik?
Bu kenti fiziki olarak bir şeyler kazandıramıyoruz anlarım, peki değerlerimize niye bunu yapıyoruz?

Manevi zenginliğimizi niye kaybediyoruz?

Neden?

Anlayamıyorum…