Oktay Güler yazdı...

 

- Usta, iki çay çek demli olsun. Eee kardeşim anlat hele nedir keyfini kaçıran? Uzun zaman oldu görüşmeyeli.

- Şükür bugünümüze ne derdimiz olsun?

- Ben bilirim seni, var canını sıkan bir şeyler, anlat hele.

- En başından mı?

- Evet, en başından.

- Peki, dinle o zaman sıkılırsan söyle ama. Beni tanırsın kan kusarım kızılcık şerbeti içtim derim ama bu sefer başka.

- Meraklandırdın sen de iyice, uzatma da söyle.

- Sevdim be usta, çok sevdim. Gözümden sakındım, ateşten gömlekler giydim üzerime, yandım kavruldum ama nafile… On beş yıl öncesiydi. Bir rüya gördüm. Yüzünü görmediğim bir hayal, hatta hayalden ötesi… Ellerini uzatmış, yere düşmüş gibi onu kaldırmamı istiyordu.  Ellerinden tutup kaldırdım. Sonra bana avucunu uzattı  ‘’öp’’ dercesine. Utanmadım hiç. Öptüm avuç içlerinden. Arka arkaya üç gece aynı rüyayı gördüm. Gördüğüm hayale kavuşmak arzusuyla  her gün sağıma soluma bakar olmuştum. Derken bir gün hastanede ufak bir operasyon geçirdim. Kontrol amaçlı bir gün hastanede tuttular beni. Ahh, işte o gün yanı başımdaki hastanın refakatçisi diye tahmin ettiğim hayallerimdeki avucun gerçek sahibini gördüm.

- O olduğunu nasıl anladın peki?

- Anladım işte, şuram sızladı, ilk başta tanışmaya konuşmaya cesaret edemedim, uyur numarası yapıp tüm gece o hastasının başında bekledi, bense kısık gözlerle onu izledim. Hiç bitmesini istemedim o gecenin. Saçları kementti adeta yüreğime atılan. Simsiyahtı…Geceden kara hem de. Zindan karası, işte ben o zindanda müebbet olmaya razı oldum. Sabah oldu, uyandı ay yüzlüm. Günaydın dercesine kafasını salladı. Sonra da yüzüme bakıp sadece ‘çay’ dedi. Evet diyebildim. Koşarak aşağı indi. İşte o gün bugün ne zaman bir bardak çay içsem ben hep o ilk günü hatırlarım.

- Usta, çayları tazeleyelim, bak hatırası varmış.

- Zevzek zevzek konuşma, bak anlatmam.

- Tamam sustum.

- Neyse, ben taburcu oldum. Nasıl bir cesaretse adını sorup hastasının ilerde durumunu sorarım bahanesiyle telefonunu aldım. Artık duramıyordum yerimde, dizginlerinden kurtulmuş at gibiydim. Onu düşündükçe yerimde duramıyor, içim içime sığmıyordu. Aradım, sonra her gün aramaya başladım. Bir bahane bulup her gün arıyordum. Artık emindim o da beni düşünüyordu. Özlemenin ızdırabını ilk kez o zaman anlamıştım. Çünkü yanındayken bile onu özlüyor, beş dakika sonra onun yanından ayrılmanın verdiği hüznü htirmemeye çalıştıkça tembel bir öğrenci gibi sınıfta kalıyordum. Duygularımı açtım. Ve öptüm kardeşim, avuç içlerinden hem de. Bir kadının en mahrem yerinden, avuç içlerinden öptüm. Kokusu cennetti adeta. Onun sevdiği her şeyi öğrendim. Dersime her gün çalışıyordum unutmayayım diye. O neleri sever, neleri sevmez.  Nelere kızar, neleri yer, nereleri gezmek ister, neyi yakıştırır, neleri izler hepsini tekrar ettim günlerce. Hep beni daha çok sevdin istedim. Ama ben böyle yaptıkça daha çok bağlandım ona. O da beni sevmişti. Fedakardı, anlayışlıydı ve çok özeldi. Nedendir bilmem , o hep kaçtı benden. Ben hiç yorulmadım onu kovalamaktan.O kaçtı ben kovaladım. Seviyordu beni ama söylemiyordu, özlüyor fakat gizliyordu.Ben onun sadece avuç içlerinden öptüm biliyor musun? Yağan yağmurda , araba sileceklerinde, evlerin perdelerinde hep onu hatırladım. Onu hatırlamak için bir şeye ihtiyaç duymadım hiçbir zaman çünkü o her yerdeydi. Senin oturduğun yerde, burada ve şuramda…

- Sen kafayı yemişsin.

- Yedim tabi ki, hem de nasıl.Sonra bir gün karşıma çıktı ve ben gidiyorum dedi. Nereye diye sormaya korktum. En son Tavşanlı’da ona doyasıya sarılmıştım. O günden sonra bir vardı bir yoktu. Gitme diye yalvardım arkasından. Ama nafile , gitti işte.Sonra yine geldi, ben en baştan yeniden çok sevdim. O yine gitti, yine döndü. Ben hep sevdim.

- Vay be, ee sonra?

- Ne sonrası ?

- Kıza noldu? Sonuç ne şimdi?

- Ne kızı, yok be oğlum. Hayal bizimkisi. Zaten canımı sıkan da bu, doktorun dediğine göre hayallerim hayatım oluyormuş. Güya ben avuç içlerinden öptüğüm birini arıyormuşum.Doktordan geliyorum şimdi. Bak işte reçetem.

- Oğlum Oktay, ne şizofrensin ya, hadi iç çayını da gidelim. Bir saattir seni dinliyorum ben de.

- Evet, evet doktor da öyle bir şey dedi. Şizofrenik mala…mala… neydi ya. Hah şurda yazıyor işte: maladaptive…

 

 

 

 

(  MALADAPTİVE: Hayali yaşamak, hayal aleminde yaşayıp gerçeği kaybetme hastalığı.

Hayal aleminde kendine yeni bir dünya kuran şizofreni hastaları, zamanla gerçek ile sanrıları ayırt edemez hale geliyor. Gördüğü hayallerin ardından giden hastalar için hayat, kabusa dönüşüyor. Dünyada 60 milyon ülkemizde ise yaklaşık 600 bin kişinin bu bulguları taşıdığı  tahmin edilmekte.)

 

DÜNYA BARIŞI

Yoksan şayet sol yanımda

Bir bebek uykusundan uyanır

Bir aç ölür Afrika’da

Bir menekşe kurur saksısında

Varsa yoksa sesin derim

Kendim için değil

Dünya barışı için isterim

Varsan şayet sol yanımda

Nevruzlar gelir yurduma

Çocuklar sobelenmez

Karanlıklar aydınlığa

Geceler sabahına kavuşur.

En iyisi mi gitme sen hiç

Ekolojik dengenin hatırına

Hem belki azalır savaşlar

Gülüşlerinin sayısına…

Editör: TE Bilisim