Sanırım tarihimizin en zor zamanlarından birisini yaşıyoruz.

Son 1 yıldır o çok ağır dediğimiz pandemiden daha ağır imtihanlar veriyoruz.

Zamların, fiyat yükselişlerinin, döviz hareketliliğinin bitmediği bir yıl oldu neredeyse.

Kimin ağzını açsanız aynı şeyler söyleniyor:

“Eskiden ayda yılda bir zam gelirdi, şimdi her gün, her hafta zam geliyor.”

Çok haklı, yerinde ve herkesin ağız birliği yaptığı bir cümle olarak son dönemin en yaygın cümlesi bu oldu.

Gerçekten de zamların ardı arkası gelmiyor.

Her iki günde bir akaryakıt zammı haberleri geçiliyor.

Bazen günlük olarak ardı ardına zam haberi geçiyor.

Bununla kaynaklı olarak diğer tüm sektörler de zammı adım adım uyguluyor.

Gıdada, inşaatta, teknolojide her yerde büyük yükselişler var.

Bir, iki, üç olsa…

Ciddi bir artış da olsa “Tamam” diyeceğiz.

Ama bu zamların ardı arkası kesilmiyor.

Bu durum da haliyle tedirgin ediyor.

İnsanlar yaz aylarının gelmesiyle birlikte normalleşme ve tansiyonun düşmesini bekledikçe şartlar ağırlaşıyor.

Neden?

Çünkü bu yükselişleri tetikleyen en büyük gelişmeler devam ediyor.

Pandemi bir kere sürecin en büyük tetikleyicisi oldu.

Pandemide genel manada bir tedarik krizi olduğu aşikardı.

Ama insanlar hastalık derdine düşmüşken, daha da farklı bir ifadeyle can derdinde iken bu artışlar ve yükselişler çok irdelenmedi.

Pandemi bitmeye yakın bu tahribat daha görünür oldu.

Tam bitiyor, normalleşme başlayacak derken, pandeminin ekonomik patlaması daha şiddetli şekilde yaşanmaya başladı.

Yetmezmiş gibi Rusya-Ukrayna savaşı başladı.

Şu an yaşanan gıda krizinin, akaryakıt yükselişinin ve diğer uluslararası artışların en büyük artışı bu savaş.

Bu savaş başlayana kadar hiç birimiz dünyanın ay çiçek yağı, un ve doğalgaz tedarikçilerinin bu iki ülke olduğunu bilmiyorduk.

Başta sadece bizler yaşıyor sandık.

Ama dünya genelinde bir buğday kıtlığına doğru gidildiğine dair söylemler ve tahminler var.

Haliyle ürkütüyor.

Velhasıl.

Bu yükselişler, bu artışlar bize sadece bir tedirginlik halini anlatmıyor.

Burada ders almamız gereken şeyler var.

Bu yaşananlar elbette ki sadece Van’a ve ülkeye has değil.

Dünya bir kriz yaşıyor.

Ama bu krizde pandemide nasıl ders almamız gereken hususlar varsa, ekonomik anlamda da bize düşenler var.

Ülkenin sorumlulukları dışında.

Biz Vanlılar olarak bu krizde nasıl bir pozisyon alırız, bence yerelde bizin de bunu konuşması gerekiyor.

Küçümsemiyorum.

Kentte müthiş bir buluşma, etkinlik, sempozyum hareketliliği var.
Olması iyidir.

Hiç yoktan evladır.

Fakat bu anlamda da oturup kentimizin geleceğini küresel sıkıntılar çerçevesinde ele almalıyız.

Mesela…

Van bir dönemlerin tarım ve hayvancılık başkenti değil miydi?

Bu konumunu nasıl kaybetti?

O dönemlere nasıl döneceğiz?

Bunları konuşalım.

Bununla beraber…

Dünyada buğday krizi varken biz yeniden eski günlerde oduğu gibi tarımsal üretimi ve buğday üretimini artırmak için neler yapmalıyız?

Sebze ve meyvede mevcut durumun üstüne nasıl çıkarız?

Hayvancılıkta sürece nasıl yön veririz?

Türkiye’nin en büyük küçük baş hayvan sayısına sahip olan Van bu krizde güçlenerek ve dünyanın en önemli tedarikçilerinden birisi olarak çıkar mı?

Sadece geleneksel üretimin dışında ay çiçeği, mısır gibi ürünlerin üretiminde neredeyiz?

Bu kent bu üretimin bir merkezi olur mu?

Bunlar konuşmamız gereken başlıklardan birisi…

Elbette ki sıkıntılardan bıktığımız için oflayıp, poflayıp sitem edeceğiz.

Ama çözüm de üretmemiz gerekiyor.

Bizim de sürecin parçası olmamız gerekiyor.

Bence tam yeri, tam zamanı iken oturup beklemek yerine Van’ın potansiyeli çerçevesinde bu krize göre bir konum alması gerekiyor.

Yoksa her şeyde dışa bağımı bu hal ülke genelinde değil kentte de büyük tahribatlar yaratmaya devam edecek.

Allah muhafaza!

Haliyle daha büyük krizlerden önce

Van’ın kendi kriz masasını kurup küresel ölçekteki olayların ve yerel değişimlerin hazırlığını yapması lazım.

Zor değil.

Buluşma, görüşme, ortaklaşma ve programlama ile bu iş olabilir.

Bir dönemler olan şeylerdi.

Yine olur.

Ama o ortaklaşma ilk adım.

Sonrası gelir.

Gelsin artık.