Gezi parkında başlayan olaylar ve ekolojist temelli bu protestolara çevreci hassasiyeti olsun olmasın bir çok grubun ve bireyin aktif katılım göstermesini uzaklardan seyrederken hangi değişimin arifesinde olduğumuzu anlamaya çalışıyorum.

Zor bir iş, sosyal medya “Gezi Parkı” ve “direniş” kelimeleriyle adeta yıkılırken, dünya medyasının Türkiye’yi ve yaşananları yansıtmasıyla ulusal medyadan yansıyanlar arasındaki farklılık uzun uzadıya derin bir sorgulama konusuna dönüşecektir.

Bu ülke yıllar boyu, binlerce canını anlamsız bir savaşla yitirmişken meydanlarda göremediğimiz tepkinin, yüksek sesli bir “yeter artık” çağrısının gezi parkından hareketle senfonik bir muhalefet çığlığına dönüşmüş olması sorumluluk ve yetki sahibi herkesin bir şeyleri tekrar düşünmesini gerektirmeli.

Kolluk kuvveti olarak polisin aşırı orantısız güç kullandığı, biber gazının ve suyun tazyiklisinin de bol keseden göstericiler için israfa varırcasına sarf edildiği bir görüntü hafızalarımızda yer edindi.

İpek yoluna yakışır bir şekilde baharatın en keskinlerinden biber gazıyla bu tarihsel ticaret yolunu modern haliyle içselleştirmiş olmadığımız gibi , temizlik imandan gelir inancıyla tazyikli suyla sokakların ve insanların yıkanıyor olmasıyla büyük bir coşkuyu da içimiz de hissedemedik.

Bu isyan her ne kadar çevreci gerekçelerle başlamış olsa da, bu ekolojist zeminden hareketle bir yönüyle de iktidar karşıtlığının bir yansımasına dönüşmüş vaziyette. Ama unutmamak gerekir ki, bütünüyle bir iktidar karşıtlığı olarak değerlendirmek te çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Çevreyi umursamayan, mesire yerleri pislikten, çöpten geçilmeyen, ormanları ve yeşil alanları yıldan yıla ranta ve bilinçsiz yaklaşımlara kurban edilen bir ülkede, evet bizim ülkemizde, oltalara ve balıkçı ağlarına balıktan çok çöplerin takıldığı denizlerimizle, derelerimizle öylesine çevreciyiz ki kendimizle ne kadar gurur duysak azdır…

Çevreyi çevre haftasında, Anneyi anneler, babayı babalar gününde günü birlik yücelten bu konuda devlet ve millet konsensüsünü doğal olarak yapmış bir anlayışın temsilcileri olan bizler hassasiyetlerimizi hayatımızın tamamına yayabildiğimiz zaman değişime anlamlı bir şekilde ortak olmaya da başlamış olacağız.

Yazıma Van Gölünden bir selamla başlamayı çok isterdim, asil bir duruşun sembolü olan Van Gölünden coşkuyla ses vermek isterdim.

Türkiye’de dere boyu HES’ler inşaa edilirken, sahil yolları sorgusuz sualsiz kıyı boyunca uzanırken, birey olarak bizler doğayı sorumsuz ve bilinçsizce böylesine kirletip tahrip ederken, bir çok belediye bu konuda üstüne düşeni pişkince yapmazken, yani iş işten geçmişken gezi parkından başlayan bu hareketi çevreci gerekçelerle insanlar adına endişe ve korku, çevre adınaysa umutla seyrediyorum.

Buradan siyasi ve toplumsal bir bahar çıkar mı bilinmez ama , düne kadar asker eliyle iktidarların belirlenebildiği bir ülkede, polisin bugünkü yaklaşımıyla yeni ve yeni nesil bir muhalefet anlayışının ortaya çıkıyor olduğunu görmek de çok zor değil.

Anadolu’nun doğası ve çevre yıllardır tahrip edilirken, doğal yaşam alanları daralırken, sulak alanlar kururken, en sonunda Avrupa yakasına da dokunan bu hissedilir tahribat beraberinde bir fitili de ateşledi. Çevre ve doğa adına biraz geç kalmadık mı sizce bayanlar, baylar?

Yıllardır kirlenen ve temizlenmesi için harcanan çabalar kirletilmesinin yanında devede kulak kalan Van Gölünü de belki bu yazıyla gündeminize sokar. Çünkü biz Van Gölünü kirletmekten vazgeçmiyoruz, temizlenmesi ve kirletilmemesi için çalışmalar yapılmasını ise kimse önceliği haline getirmiyor.

Biliyoruz ki bugün makroekonomik istikrar adına bütçe denkliği ve tasarruf için yapılan kesintiler yarın çevrenin temizlenmesi ve kirli çevrenin yaratmış olduğu sağlık sorunları nedeniyle misliyle harcanıyor olacak.

Gezi Parkı için direnişler muhalif bir politik kimliğe bürünerek devam etse de etmese de, Anadolu’nun doğası ve Asya yakasının emsalsiz denizi Van Gölünün kendi kendine süregelen sessiz direnişi aksamadan devam edecektir… Diren Van Gölü…