İlim, sahibini Al¬lah’ı tanımaya ve O’na itaat etmeye götüren bilgidir. İlimle cehalet zıt anlamlıdır. İlim, insanı diğer canlılardan ayıran; hatta onu meleklerden de üstün kılan vasıftır. İlim, en lezzetli haz ve hayat, cehâlet ise en acı ve tehlikeli zehir ve ölümdür. İlim, şifa ve hayattır. Cehalet, kalp ve ruhun ölümüdür ki; kalbin ölümü, bedenin ölümünden daha tehlikelidir. Bedenin ra¬hatsızlığı ölümü getirebilir. Kalbin ölümü ise ebedî ölümü getirir. Bu nedenle cehalet, ölümden daha tehlikelidir. Zira ölü, yaşama fonksiyonunu yitirerek tehlikeli olma özelliğini kaybeder. Ca¬hil ise, toplumun bünyesinde zararlı bir unsur olmaya devam eder, yarardan çok zarar verir.

“Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.” Meleklerin Hz. “Âdem’e secde etmesi, Hz. “Âdem’in ilime sahip olmasındandı. “Allah insana bilmedi¬ğini öğretti.” âyeti, ilmin Allah tarafından insana verildiğini göster¬mektedir. İnsanlar hava, su ve ilaca ihtiyaç duydukları gibi, ilim ve irfana da ihtiyaç duymaktadırlar. Cahilin ibadeti eksik, bazen de geçersizdir. Cahil biri, herhangi bir gerekçe olmadan yıllarca secde-i sehiv yapar. Kendisine “gereksiz sec¬deleri neden yaptın?” sorulduğunda; “ihtiyat için” yaptığını söyler¬. Bunun üzerine bir fakih kendisine; “kılmış olduğun tüm namazlar geçersizdir; zira namazdan olmayan bir şeyi ona ilave etmiş¬sin,” der.

İlim, en büyük servettir. Hz. Ali, ilmin mala üstünlüğünü şöyle sıralar: “İlim mutlak anlamda maldan üstündür; çünkü, ilim seni koruduğu hâlde, malı sen korursun. İlim yaymakla çoğaldığı hâlde, mal dağıtmakla azalır. İlim hâkim, mal mahkûmdur. İlmi sevmek bir vecibe, malı sevmek ise tamahtır. Mal, sahibinin vefatıyla kedisine hizmeti de son bulur, ilim ise hizmet etmeye devam eder. Mal sahipleri, mallarının bitmesiyle güçlerini yitirirler, ilim ise bitmeyen, sönmeyen bir hazine ve varlıktır. Mal toplayanlar öldük¬lerinde unutuldukları hâlde; ilim sahipleri, eserleriyle her zaman ya¬şarlar.

İlim, insan için en büyük bir haz ve lezzettir. Muhammed bin Sehnun’un Ümmü Medam adında bir hizmet¬çisi vardı. Kendisi telifle meşguldü. Bir defasında hizmetçi yemeğini getirmiş ve yemeği eliyle ağ¬zına koymuş. Sabah namazına kadar yazıyla meşguliyeti devam etmiş, yazıya ara vermiş ve: “Ey Ümmü Medam! Kusuruma bakma meşguldüm, herhâlde bana bir şeyler hazırlamışsın şimdi alabilirim,” demiş. Hizmetçi; “Üstad! Onları yemiştiniz” demiş Muhammed bin Sehnun da; “Allah’a yemin olsun ki farkına varmamı¬şım,” demiştir.

Evlilik hissi lezzetlerin en büyüğü; ilim ise, fikrî lezzetlerin en yücesidir. İkisinin lezzetini birleştirenler olduğu gibi, fikrî hazzı bedensel hazza tercih edenler de olmuştur. Bu anlamda; ünlü âlimlerden İbni Cerir Taberî, Zemahşerî, Nevevi, İbn Teymiyye, Said Nursî örnekleri verilebilir. İmam Nevevi’ye “Neden evlenmiyorsun?” diye sorulunca, “Bir sünneti yerine getiririm diye, birçok haramı işlemekten endişe ediyorum,” demiştir. Muhammed Ahmed Nesefi, bir gece geçim sıkıntısıyla uzanmış, düşünüyordu. Aniden ayağa kalkıp sevincinden raks etmeye başlamış ve şunu eklemiş: “Krallar ve çocukları bizim bu zevkimiz karşısında kimler oluyorlar ki?” Sevincinin nedeni, düşündüğü bir meseleyi çözmüş olmasıydı.

İslâm hukukunda, kadına özgü bir hak da şudur: Kendisiyle evle¬necek erkek, ilim bakımından kendisinden düşük bir pozisyonda ya da cahil olma¬malıdır. Erkek, zengin de olsa âlim bir kadına denk değildir.

Geçmişte; âlimler suç işlediklerinde, cahillerin yanına hapsedilmekle cezalandırılırlardı. Şeybani, “Eğer el yazmıyorsa, el değil ayaktır” diyerek, yazma¬yan elin ayaktan farklı olmadığını vurgular. Keza, Abdullah bin Mekhul de; “Yazmayan elin diyeti yoktur,” de¬mekle, yazı yazmayan elin hiçbir kıymete haiz olmadığını vurgula¬mak ister. Cahilin topluma zararının farkında olan İmam Şafii, yaşı ilerlemiş birini gördüğünde, kendisine hadis ve fıkıhtan sorular yöneltirdi. “bilmiyorum” diye cevap alırsa; “Allah müstahakkını versin! Hem kendini hem de İslâm’ı mahvettin,” derdi.

Âlim, donanımlı askere; cahil, cepheye eli boş koşan askere benzer. Cahil askerin mağlûp olması da mukadder¬dir. Melekler âlime selâm dururken, cahilden şeytan bile uzaklaşıp, Allah’a sığınır. “Allah, ilmi insanlardan bir anda söküp almaz; fakat ilmi, âlimlerin ruhlarıyla birlikte alır. Nihâyet geride tek bir âlim kalmadığında, insanlar cahil başkanlar edinirler.”

Özetlersek; dünyada hayır ve güzellik adına ne varsa, ilmin neticesi olduğu gibi; isyan, günah ve çirkinlik adına da ne varsa cehaletin eseri ve neticesidir. Cehalet musibetlerin en kötüsü, ilim de haz ve nimetlerin en güzelidir. İlim, din olduğu gibi; din de ilimdir. Bu ne¬denle ulemanın en büyük güç ve en önemli özellikleri ilimdir.

Cenabı Allah bizleri ilim nuruyla ihya etsin, cehalet ve cahillerin şerrinden korusun. (Âmin).

Merhum Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

DİPNOTLAR:
1 Bakara, 2/31.
2 Bkz. İbn Âşûr, Muhammed Tahir, et-Tahrir ve’t-Tenvir,1/ 421.
3 Alak, 96/5.
4 Gazâlî, Muhammed, Meâllah, s. 343.
5 Bkz. el-Haddâd, Ahmed b. Aziz Kasım, el-İmam Nevevi ve Eseruhü fi’l -Hadis,s.92.
6 Ebu Ğudde, Safahât, s. 358.
7 Âlûsî, Mahmud Şakir, Ruhu’l- Meânî,13/2477.
8 Ahmed b. Ali el-Keşandi, Süphü’l Aşa fi’l Sanati’l İnşa, 1/65. Nakleden: Şakir Gözütok’un İslâm Tarihinde Kadın Eğitimi ile İlgili Bazı Yaklaşımlar başlıklı makalesi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı:2, 2001.
9 a. g. m.
10 İbn Kayyım, Fadlu’l -İlmi ve’l -Ulema,nşr: Salih Ahmed eş-Şâmî, s. 328.
11 Buhari, İlim, 34.

HADİSLERİN IŞIĞINDA
ÜÇ NİMET: İMAN, İSLAM VE İHSAN

“İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Kabe’yi haccetmendir.

İman; Allah)’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve bir de kadere yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır.

İhsan, onu görüyor gibi Allah’a kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da o seni mutlaka görüyor.” (Müslim, İman, 1.)

Bir gün Peygamberimiz (sav) sahabelerle birlikte sohbet ederken hiç tanımadıkları bir kişi geldi ve Peygamberimizin yanına gelerek oturdu. Sonra şöyle dedi:
- Ey Muhammed! Bana İslam’ın ne olduğunu anlatır mısın?

Peygamberimiz (sav) de şöyle cevap verdi:
- İslam; Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Kabe’yi haccetmendir.

Bunun üzerine o da:
- Doğru söyledin, dedi ve devam etti:
- Ya Muhammed! Bana imanın ne olduğunu da anlatır mısın?

Peygamberimiz de:
- İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve bir de kadere yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır, buyurdu.

O yabancı kişi yine:
- Doğru söyledin diye Peygamberimizi tasdik etti ve tekrar sordu:
- Bana ihsan hakkında bilgi verir misin?
- Hz. Peygamber (sav) adamın bu sorusunu şöyle cevapladı:
- İhsan, onu görüyor gibi Allah’a kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da o seni mutlaka görüyor.

Adam tekrar sordu:
- Bana kıyametin ne zaman kopacağı hakkında bilgi verir misin?

Hz. Peygamber bu sefer:
- Kıyamet hakkında ben senden daha fazla bir şey bilmiyorum, karşılığını verdi.
Bu söz üzerine yabancı adam çıktı gitti. Ashab-ı Kiram şaşkınlık ve merak içinde adamın arkasından bakakaldılar. Hz. Peygamber (sav) ashabından Hz. Ömer’e:
- Ey Ömer! Soru soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun, dedi.

Hz. Ömer ise:
- Allah ve Resülü daha iyi bilir, deyince Peygamberimiz (sav) şu açıklamayı yaptı:
- Bu, Cebrail (as) idi. Size dininizi öğretmeye geldi. (Müslim, İman, 1,5; Buhari, İman, 37; Tirmizi, İman, 4; Ebu Davut, Sünnet, 16; Nesai, Mevakıt, 6.)

Yukarıdaki hadiste geçen iman, İslam ve ihlas kavramları dinin üç önemli yüzünü bize öğretmektedir. Bunlar dinimizin inanç, ibadet ve ahlakının temelidir. İnanç, dinin kalbî yönünü, İslam da davranış boyutunu temsil eder. İhsan ise her ikisine de güzellik veren kulluk şuurunu ifade eder.

İslam’ın temeli imandır. İman, Hz. Muhammed (sav)’in Allah’tan getirdiği dinin doğru olduğunu kabul edip onlara gönülden inanmaktır. Bu esaslar; Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Bu esaslar bir bütündür ve iman bu altı ilke üzerine bina edilir. Bu nedenle bizler bu altı ilkeye bir bütün olarak inanır ve kulluk hayatımızı bu ilkelere göre şekillendiririz.

Dinin temeli iman olmasına rağmen İslam sadece inançtan ibaret değildir. Zira iman, yalnızca kalpte yaşatılabilecek basit bir duygu değildir; o ancak ibadetlerimiz ve davranışlarımızla dışa yansır. İbadetsiz iman, meyvesiz bir ağaca benzer. Salih amel ve güzel ahlakla bezenmemiş iman, toprağa dikilip bakımı yapılmamış ve her an kuruması muhtemel olan bir fidan gibidir.

İslam’ın ikinci temel unsuru ibadettir. Peygamberimiz (sav) İslam’ı; kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek olarak tanımlamaktadır. Bu beş husus iman temeli üzerine inşa edilen İslam binasının temel direkleridir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde bu hususu şöyle izah etmiştir: “İslam beş esas üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucu tutmak ve Kabe’yi haccetmek.” (Tirmizi, İman, 3)

Dinî hayatımız imanla başlar ve ibadetlerimizle devam eder. İbadetler imanla değer kazanır. Kur’an’da imandan sonra sürekli ibadetin zikredilmesi iman-ibadet ilişkisinin ne kadar kuvvetli olduğunu bize gösterir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur: “…Kim (İslamî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O ahirette de ziyana uğrayanlardandır.” (Maide, 5)

İbadet, isteyerek Allah’a kulluk etmek, saygı göstermez ve onun emirlerini yerine getirmektir. Namaz, oruç, hac, zekat ve kurban dinimizde yer alan başlıca ibadetlerdendir. Bunların dışında Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan tüm güzel iş ve davranışlara ibadet denir. Güneşten ısı, gülden koku beklendiği gibi iman eden kimseden de ibadet etmesi beklenir. Çünkü ibadet imanın bir gereğidir. Yüce Allah Kur’an’da ahiretteki kurtuluşumuz için inancın yanında ibadetin de gerekli olduğunu şöyle açıklar: “İman eden kullarıma söyle, hiçbir pazarlığın, dostluğun, arkadaşlığın fayda vermeyeceği o gün gelip çatmadan önce, namazlarında devamlı ve duyarlı olsunlar; kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (bizim yolumuzda) gizli ve açık harcasınlar.” (İbrahim, 31)

İman ve ibadet dinin en önemli iki unsurudur. Ancak dinin bir yönü daha vardır ki o olmazsa kulluğumuz eksik kalır. O da inanç ve davranışlarımızın ahlakî yönünü ifade eden ve bize kulluk şuuru ile insanî güzellikleri yaşama bilincini kazandıran ihsandır. İhsan, “Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmektir.” Bu ilke; inanç ve ibadetlerimizin kıvamını, Müslümanlığımızın kalitesini ortaya koyan en önemli ve hassas bir ölçüdür. Bu nedenle bizler gerek ibadetlerimizde ve gerekse diğer bütün işlerimizde sansi Allah’ı görüyormuş gibi davranmalıyız. Yaptığımız işlerde, ibadetlerde hassas olmalı ve Allah’ın bizi her an gördüğünü unutmamalıyız. Nitekim Allah Teala şöyle buyurur: “…Nerede olursanız olun o sizinle beraberdir. Ve Allah bütün yaptıklarınızı bilmektedir.” (Hadid, 4) Her an Allah tarafında görüldüğünü bilen bir Müslüman sürekli kendini kontrol eder. Hata ve yanlışa düşmemeye çalışır. Yaptığı işlerde ihsan şuuruyla hareket eder. Örneğin; bir öğretmen, bir imam veya vaiz, bir mühendis kendisine verilen görevleri emanet bilinciyle yerine getirmeli; bir usta ürünlerini tam ve eksiksiz yapmalı, kaliteden ödün vermemelidir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: “İşlerinizi güzel yapınız. Allah işini güzel yapanları sever.” (Bakara, 195) İbadetlerin güzelliği de ihsanla ortaya çıkar.

Müslümanlar olarak bizler iman, ibadet ve ihsan ilkeleri doğrultusunda yaşamakla sorumluyuz. Dünyada mutlu bir şekilde yaşamak ve ahiretteki hesaba hazırlıklı olma için bu sorumluluklarımızı yerine getirmeli; namaz, oruç, zekat gibi kulluk görevlerimizi yaparak kul hakkından sakınmalı ve güzel ahlaklı olmaya çalışmalıyız.

DUA

Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Sana verdiğim sözümde ve vaadimde gücüm yettiğince durmaktayız. İşledim günahların şerrinden sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetlerini bilirim, günahımı da itiraf ederim. Beni affet çünkü günahları ancak sen affedersin. (Buhari, Daavat, 2, 15)

Allah’ım beni iman, ibadet ve ihsan şuuruyla yaşayan kullarından eyle.

NÜKTE-HİKMET

Nefisle Mücadele Nasıl Yapılır?

Ebu Abdullah Dineveri’ye nefisle mücadelenin nasıl yapılacağı sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir:
- Nefsini başıboş bırakma, hayırlı şeyle meşgul eyle. Aksi halde, o seni kötü şeylerle meşgul eder.

Nefse En Ağır Gelen Şey
Sehl bin Abdullah’a:
- Nefse en ağır gelen şey nedir, diye soruldu. Buyurdu ki:
- Nefse en ağır gelen şey, ihlastır. Çünkü nefs, ihlastan pay alamaz. Bu yüzden ihlası hiç istemez.


Hazırlayan M.İkbal CANDAN...

 

Editör: TE Bilisim