Biz kimseye kin tutmayız,

Ağyar dahi dosttur bize.

Nerde ıssızlık var ise
Mahalle ve şârdır bize

Adımız miskindir bizim,
Düşmanımız kindir bizim.
Biz kimseye kin tutmayız,
Kamu âlem birdir bize.

(Yunus Emre)

 

Nahif bir toplumduk "bir zamanlar".

Komşumuz aç iken, en azından rahatsız olurduk.

Farklılıklarımıza saygı duyar,

Onun zenginlik olduğunu bilir,

Ona göre davranırdık.

 

***

 

Her şeyi kabullenmezdik elbet.

Kızdığımız da olurdu, üzüldüğümüz de.

Lakin ölçülüydü tepkilerimiz.

"Ayarında" üzülür,

"Kararında" bırakırdık öfkemizi.

Bayram, cenaze, düğün, sünnet...

Bir araya gelmelerimizin bahanesiydi.

Dargınlıkları gömmenin, hasretle beklenen arabulucusuydu.

Memleketin en ücra köşesinde olan bir felaket,

Ta can evimizden yakalardı bizi.

İçimiz yanardı, üzülürdük.

Dua ederdik birbirimize.

Yardım ederdik düşene.

O düştüğü yerden kalkmadan, yastığa rahat koyamazdık başımızı.

Yeşilçam filmlerindeki ‘rol icabı’ ölümlere bile ağlayacak kadar yufka yürekliydik.

 

***

 

Sonra...

Bir şeyler oldu sonra.

Gözlerimizdeki yaş kurudu ilkin.

Yüzümüzde apansız bir kuraklık oluverdi.

Ağlamayı unuttuk hep beraber.

"Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz" sözü,

Basit bir slogan oluverdi.

Derken, sloganlaştırdık her şeyi.

Her şeyin içini boşalttık "özenle"

 

***

 

Bizi biz yapan,

Bizi bir arada tutan her şeyin elimizden alınmasını "izledik" zevkle.

Küçücük mahallelere,

Köylere sığan kocaman dünyalarımızın yerini,

Devasa şehirlere, metropollere sığdıramadığımız

Küçücük hayatlarımız aldı.

Uzaklaştık birbirimizden, yabancılaştık.

Tebessüm etmeyi,

Hal hatır sormayı, hatırlamayı "unuttuk".

Bencillik bir kurt gibi kemirdi içimizi.

Kendimizi dünyanın merkezine koydukça,

Kendi merkezimizden uzaklaştık

Kavgalarımızı, savaşlarımızı, öfkelerimizi derinleştirdik gün be gün.

 

***

 

Derken,

Kanlarımızın rengini ayırt edecek kadar hoyratlaştık birbirimize karşı.

Gözyaşlarımızı ‘tasarruflu’ kullanmayı öğrendik.

En doğal, en insani,

En ahlaki tepkilerimizi vermenin öncesine ‘ama’lar;

Sonrasına ‘çünkü’ler yerleştirdik özenle.

 

***

 

Depremler, kazalar, afetler, savaşlar, ölümler…

Yaşanan felaketin adı ne olursa olsun,

‘ölçülü’ tepkiler verdik hep.

Enkaz altında kalan bedenler daha soğumamışken,

Dehşetle açılan gözkapakları,

Henüz ağlamak için kapanmamışken,

‘ama onlar da…’

Diye başlayabildik söze mesela,

 

***

 

Gencecik bedenler doldururken tabutları,

Anneler sarılacakları bir evlat yerine,

Doğranmış et yığınları görürken tabutlarda,

Babalar acının kilit vurduğu çenelerini açıp

İki çift laf söyleyemezken,

Ağabeyler, bacılar, kardeşler

Tahta tabutların üzerine başlarını dayayıp,

Gözyaşlarıyla yıkarken kardeşlerini,

Klavyelerimizi birer mitralyöz gibi acımasızca kullanmayı öğrendik.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın diyetini ödedik.

Yorumlar yaptık ölümlere ve ölenlere.

 

***

 

Sanki acı çekmek

Belli bir zümreye,

Gruba,

Topluma revaymış gibi davrandık hep.

Acıları yarıştırmayı öğrendik.

Çocuklara sevmenin değil,

Nefret etmenin sloganlarını öğrettik el birliğiyle.

 

***

 

Oysa daha düne kadar,

Yanı başımızdaki savaşların bitmesi için dualar ediyor,

Uzakta olan ‘kardeşlerimizin’ acıları için gözyaşları döküyorduk.

Yüzlerce, binlerce kilometre uzağımızdaki

Suriyeli,

Filistinli,

Afganistanlı,

Hindistanlı,

Çinli

Din kardeşlerimiz için akıttığımız gözyaşlarını,

Ettiğimiz duaları,

Yaşadığımız hüznü,

Hemen yanı başımızda,

Din birliği,

Kader birliği,

Vatan birliği,

Tarih birliği,

Sevinç birliği,

Acı birliği ettiğimiz

Kardeşlerimiz için çok görüyoruz nedense.

 

***

 

Bin tane ortak ‘bir’imizi görmüyoruz da

Bir tane ayrılığımız,

Tek farklılığımız

Kardeşimizi, akrabamızı,

Dostumuzu kapı komşumuzu

Silip atmaya yetiyor da artıyor bile.

 

***

 

Öylesine bilenmişiz ki birbirimize,

Ölümün tüm farklılıkları kaldıran,

Tüm düşmanlıkları bitiren,

Tüm kelimeleri tüketen nefesi bile

Dindirmiyor hırsımızı.

Aynı gök kubbenin altında yaşamak zorunda olduğumuzu,

Aynı toprağın yetiştirdiği ekmekle beslenip,

Aynı kaynaktan dolan barajların suyunu içtiğimizi unutuyoruz.

Ezanların bizi aynı mabede çağırdığını,

Kıyamda omuz omuza durduğumuz,

Secdede ayaklarının dibine başını koyduğumuz kişinin

Kardeşimiz olduğunu unutuyoruz.

Dalgalı denizlere düşmüş

Küçük bir sandal gibiyiz her birimiz.

Etrafımızdaki dalgaların dehşeti

Efsunlamış gözlerimizi, bilincimizi.

Bir merhamet elinin başlarımızı okşamasına muhtacız hepimiz.

Yoksa

Başkaları için yaşanmaz kıldığımız bu dünya,

Kısa süre sonra bizler için de yaşanmaz olacak.