Dinimizi yırtarak dünyamızı yamıyoruz! “Can kaygısına düşmeden mal kaygısından vazgeçemez.”

İbrahim B. Ethem’e ‘Nasılsın?’ diye sorulduğunda şöyle cevap vermiş: ‘Dinimizi yırtarak dünyamızı yamıyoruz. Ne din kalıyor ne de yamadığımız dünya’. Ortadoğu kültüründe en çok önem verilen ve en çok kullanılan şeylerden birisi de dindir. Tarihi incelediğimizde bu açıkça görülüyor. Bu yaşıma geldim, bu gerçek değişmedi.

Osmanlıyı ziyaret eden bir yabancı seyyah şöyle demektedir: “Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır. . .

Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yeme ve uyuma vazifeleri gibi yerine getirilir. Çünkü namaz ile vicdanın hiçbir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur...”

Bu tespit maalesef anlamını yitirmeden günümüzde devam ediyor. Oysa din bir geçim kaynağı değildir. Dindar olduğunu iddia eden kişi davranışlarına, yaşantısına çok dikkat etmelidir. Çünkü doğru olmayan davranışları, inancına mal edilebilir. Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur. İbadetlerin farz kılınması kendimizi frenlemek ve nefsimizi terbiye etmek için vardır. İbadetlerden beklenen faydayı görmek için de onları hakkını vererek yapmak gerekir.

Birçok kişide şu anlayış var: “Yaşadığım kadar yaşayayım, sonra kendimi ibadete vereyim.” Bu davranışın yanlışlığı tartışılabilir mi? Din-ibadet yaşamın içinde olmazsa olmazdır. Nefsin arzuları kuvvetli iken nefisle mücadele etmek gerekir. Nefsani arzuları sönmüş bir kişiden nefsani arzuları terbiye etmeyi kimse beklemiyor. İmamı Rabbani bu durumu güzel bir ifade ile açıklıyor:  İhtiyarlıkta dünya şevkleri azalıp güç, kuvvet gidip, arzulara kavuşmak imkanı ve ümitleri kalmadığı zaman da pişmanlıktan, ah etmekten başka bir şey olmaz.

Beklenmedik bir anda can kaygısına düşen, daha doğrusu toprağın kucak açtığı kişiler ile çok karşılaştım. O kişiler nerdeyse aklı başından geçmiş bir mecnun gibi görüntü verir. O anda canını kurtaracak bir kişi bulursa, tüm malını verir. Çünkü bu durumu beklemiyordu. Her gün bu durumu görüyor, ancak kendisine yakıştıramıyordur. Mezarlıklara gittiğiniz zaman, mezar taşlarında standart bir yaş yoktur. Hatta benim yaşımda olanlar (62) taşlara baktıkları zaman bizim yaşımızda ve daha küçük yaştaki ölümlerin çokluğunu görünce şaşıracaklardır… Ölmeden ölenlerden olmak gerek bazen…

Dinimizden ve evrensel ahlaki ilkelerden taviz vermeyerek dünyamızı mamur hale getirebiliriz. Bunu yakalayanların dünya ahiret kaygısı olmaz. Sizce bu kaygı olmadan yaşamak daha değerli değil midir?