Sevgi, kalbin bir şeye iştiyak ve meyil duymasıdır, kâinatın mayası ve varlık sebebidir. Sevgi hayattır, sevgiden mahrum kalan kalp ölüdür. Sevgi, kâinatı aydınlatan, yaşanır hâle getiren enerjidir. Ondan nasibini almayan kördür, karanlıklar içerisinde bocalamaktadır. Rabbimiz kâinatı sevdiği için yarattı ve her hücresine sevgiyi kodladı. Cenneti sevgi ve sevenleri için yarattı. Allah, insanı cezalandırmak, yakmak için değil, onu mükâfatlandırmak, paklamak için yarattı. O bize şah damarından daha yakındır. O’nu tanıyan her şeyi kazanmış, O’nu bulamayan her şeyi kaybetmiştir. En sıkıntılı anlarımızda bile bize bizden daha yakındır. Onunla olmak, zindanı saray yapar. Ondan uzak olmak sarayı zindan kılar.

 

Allah sevgisinden kastımız, “Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir.”[1] âyetininin de ifade ettiği gibi, Allah’ı ve sevdiklerini her şeyden fazla ve razı olduğu şekilde sevmektir. Bunun dışında kalan sevgiler, elem ve kederdir; susamış birinin tuzlu içecek almasına benzer.  

 

Dostunu kaybeden biri hıçkıra hıçkıra ağlar. Yanındaki ağlama nedenini sorar, yakın bir dostunu kaybettiğini, yalnız ve desteksiz kaldığı için ağladığını söyler. Boşuna ağladığını şöyle izah eder: “Aziz dostum! Fâni ve ölümcül olanları dost edinir, onlara bel bağlarsan daha çok ağlarsın. Bundan böyle hiç ölmeyeni, zayıf ve aciz düşmeyeni sev ve dost edin.”

 

Evet değerli kardeşlerim, Allah’ın dostluğu dışındaki tüm dostluklar fâni ve geçicidir. Ölmeyen, fena bulmayan Allah, en büyük dostumuz olsun. Abdulkadir Geylani, Allah dışındaki dostlardan yardım beklemeyi, idam sehpasında bulunan birine bel bağlayıp, ondan yardım dileyene benzetir.

 

Sevgi üçe ayrılır. Yani insanlar üç şekilde severler.

 

“Eğer” yani şartlı sevgi. Bu sevgi biçimi, “ Eğer o beni severse, bana yarar sağlarsa, şu imkânı bana verirse onu severim,” şeklinde gerçekleşir.

 

2. “İçin”; yani ticari sevgi. “Beni sevdiği ve beni gördüğü ve yardımı bana dokunduğu, geçimimi sağladığı için seviyorum,” anlayışı.

 

 

3.“Rağmen” yanı karşılıksız sevgi. Sevginin en makul olanıdır. “Gülün dikeni olduğu hâlde onu severim,”; “Cennet yolu çile ve meşakkatlerle dolu olduğu hâlde severim.”

 

Kuşkusuz ki, sevgilerin en büyüğü Allah’ı sevmektir. İnsanlar güzeli severler. Allah’tan daha güzeli var mı? O güzel, kitabı güzel, sözü güzel, takdiri güzel, yaratması güzel eserleri güzel, emri güzel, yasağı güzel, cenneti güzel. Her güzel, güzelliğini ondan alır, güzelliğin yaratıcısı O’dur. O’nun güzelliği bâki ve noksansız, diğer güzellikler geçici ve eksiktir. İnsan, kendisine iyilikte bulunanları sever. Sahip olduğunuz her iyilik ondan değil mi? O hâlde Allah sevgisi neden her yerimizi kuşatmasın?

 

Allah’ı bulan her şeyi bulmuştur. O’nu kaybeden de neyi bulmuş ki? Hz Ömer döneminde İran’ın bir bölümü fethedilince İran Şahı Hz Ömer’e esir olarak getirilir. Kendisine neler hissettiği sorulur. Tutsak Şah hikmet dolu şu cevabı verir: “Ey Ömer, geçmişinizi bilirim, bedevi ve sefil bir yaşam sürdürüyordunuz. Her şeyimizle sizden öndeydik. Tek bir şeyde bizi geçtiniz. Siz, “Allah” dediniz, farklı duruma düştünüz, bu özelliğinizle bizleri geçtiniz.”

 

Allah katında yerini öğrenmek istiyorsan, Allah’ın kalbindeki yerini bil. Kalbinde, düşüncende, günlük hayatında, ailende, ticaret veya iş hayatında Allah’ın emir ve yasakları ne kadar geçerlidir. Birini seven, onun sözünü sever, onun adını sever, onun memleketini sever, onun memurlarını sever, onun huzuruna çıkmayı sever, onun adının anılmasını sever, onun sevgisinde yok olur, onun huzuruna çıkmayı dört gözle sever.

 

Takım fanatiği, müzisyen hayranı; geçici hevâ ve hevesle, köksüz bağlanmalarıyla ne kazandıklarını anlatabilseler ya da Allah’ın emrinden, imandan ve ibadetten habersiz olmakla neler kaybettiklerini biz onlara anlatabilsek… Basına intikal ettiğine göre; Meşhur bir şarkıcının bir hayranı konserine yetişmediği için intihar teşebbüsüne bulunmuş. Diğer bir futbol fanatiği de tuttuğu takım gol yiyince intihara kalkışmış. Heyhat! Acaba bizler Allah’ın bir emri kayıtsız kalındığında bunlar kadar üzülüyor muyuz?

 

Ebu Hanife, arkadaşlarıyla adliye sarayının yanından geçerken fitne ve fesat çıkarmaktan dolayı idam sehpasında cezası infaz edilen birini görür. Arkadaşlarına, “Kardeşlerim keşke hizmet ve davamızda şu eşkıya kadar samimi ve ısrarcı olsaydık. O, bâtıl ve tehlikeli olan yola başını koymaktan çekinmemiştir,” der.

 

Allah’a olan bağlılığımız, çocuğun annesine olan bağlılığa benzemelidir. Anne, çocuğunu gücendirse; çocuğunu dışarı bıraksa, çocuk biraz nazlandıktan sonra annesine dönmekten başka çare bulmaz, onun kucağından daha rahat bir yer bulamaz ve tekrar annesine döner. Rabbimiz de bazı durumlarla bizleri sınarsa, O’nun dost ve yakınlığından asla şüpheye düşmeden hatamızdan dönüp, O’nun dergâhına sığınmamız gerekir.

 

Yazımızı Resûl-i Ekrem’in bir duasıyla noktalamak istiyorum:

 

“Allah’ım senin sevgini bana, kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle.”[2] Allah Teâlâ, sevgisini bizlere tattırsın, bir an bile bizleri sevgisinden mahrum bırakmasın. (Âmin).

 

Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

 

 

[1] Bakara, 2/165.

[2] Tirmizi, Deavât, 72.

Editör: TE Bilisim