7-10 Ekim Kobanê eylemlerinin ardından seyri bir anda değişen çözüm sürecindeki belirsizlik sürdükçe halkın rahatsızlığı da artmaya devam ediyor. Üç yıla yakın bir süredir önemli aşamaların kat edildiği ve iki tarafın da gövdesini taşın altına koyduğu sürecin belirsizliği özellikle doğu illerinde tansiyonu her geçen gün biraz daha yükseltiyor. Sürecin geri dönüşünün büyük bir yıkıma neden olacağını düşünen Vanlılar da bu sürecin barış ile sonuçlanmasını istiyor…

Kobanê olayları sonrasında siyasi kanatların sert açıklamaları ve süreç konusundaki sessizlik ise gerginliği bir kat daha artırdı. Şimdi Van sokaklarında da ‘Çözüm süreci biter mi?’ tedirginliğinin yaşandığı bir dönemde Ortadoğu’nun ve bölgenin nabzını en iyi tutan medya devi Al Jazeera da Van halkının süreçten beklentilerini ve gidişatı sordu. Vanlı sürecin huzurunu ve bereketini gördükten sonra bir daha geri dönüş olmasını istemediği gibi gidişata dair sıkıntıları da dile getirirken, yavaş seyirden ise rahatsız olduğunu söylemeden edemiyor… Al Jazeera’nin konuştuğu Vanlılar sürecin hızından memnun değil. Süreci kimin tıkadığı konusunda farklı görüşleri var. Savaştan kazanç sağlayanların varlığına da işaret ediyorlar ama altını çizdikleri nokta aynı: Herkes elini taşın altına koymalı.
“Bu süreçte herkese düşen görevler var; siyasiler sivri olmamalı, devlet köyünden ettiği insanların durumunu iyileştirmeli, gençler tahriklere kapılmamalı ve toplum da sağduyulu olmalı. Birisi barutsa sizin ateş olmamanız lazım” diyor 33 yaşındaki eczacı Vanlı Engin İçen.
Bölgede konuştuğumuz birçok insan gibi, çözüm sürecinin ya ilerlemediğini ya da ‘milim milim’ gittiğini söylüyor. Ona göre, insanlar bir kez mutluluğun ve huzurun tadını alınca ondan vazgeçmek istemiyor ama çok istenen bir şeyin ‘kokusunu yansıtıp kendisini vermezseniz' insanları agresifleştirirsiniz: “Özellikle 6-7 Ekim olayları bunun patlayışıydı. Acı çekmiş insanlar bir şeylerin daha hızlı çözülmesini istiyorlar. Galeyana gelmiş bir toplumu durdurmak gerçekten de çok zor. Bugün bir derbi maçında bile olaylar çıktığında kimse kolay kolay durduramıyor.”

'PROVOKASYON DEMEK KENDİMİZİ TEMİZE ÇEKMEYE ÇALIŞMAK DEMEK'

İçen’e göre, 6-7 Ekim olaylarında yaşananlarda elbette tahrik vardı, elbette Türkiye’nin iyiliğini istemeyenler devredeydi. Ama provokasyon demek hem kendimizi temize çekmeye çalışmak hem de bahane bulmak. Ona göre olaylara daha yakından bakılmalı ve sokağa çıkan gençlerin nasıl bir geçmişten geldiğini anlama çabası gösterilmeli: “Sokaklara çıkan insanların yaş ortalaması taş çatlasa 18-19. Bu insanlar köy boşaltmalarla bu tarafa geldiler. Okula gidemediler, yerlerinden edilmişlerdi, sermayeleri de yoktu. Kimisinin annesi, babası bir şekilde öldürülmüştü. Bir meslekleri yoktu. O öfke ile büyüdüler. Bu adam sokağa çıktığı zaman sadece devlete değil, topluma karşı da bir öfkesi var. Bana karşı, size karşı da öfkesi var. Neden? Elinizde bir mesleğiniz var. Akşama gideceğiniz bir eviniz ya da yiyeceğiniz bir aşınız var. Adam bunu düşününce buhran havaya giriyor. Bir patlama bundan çıkıyor zaten. Kimsenin bunu durduramaması, yağmaların olma sebebi de bu.”

DEVLETİN ÜSTÜNE DÜŞEN GÖREV

‘Çıkmadık candan ümit kesilmez, çözüm süreci başarıya ulaşabilir’ diye düşünen İçen’e göre, bunun için biraz daha cesaret gerekiyor. Bu her ne kadar kolay olmasa da ve karşılıklı acılar olsa da: “Hazreti Peygamber, amcasını öldüren Vahşi’yi affetti ama ne dedi? Mümkün olduğunca gözümden uzak durmaya çalış. Peygamber dahi olsan belli bir noktada acın olduğu için belki kapılabilirsin. Her iki tarafın da evlatlarını, babalarını kaybettiğini düşünürsek, insanların gözünün içine bakamazsınız belki ama kalbinin daha yumuşak bir tarafına da hitap ederek, hepimiz kaybettik ama bari 'arkadaşın, komşun, yurttaşın başka bir şeyler kaybetmesin' diye bunları konuşabiliriz, konuşmamız lazım. Çünkü bu sorunu halletmemiz gerek.”

'KÜRT - TÜRK SAVAŞI DEĞİL, KÜRTLERİN SİSTEMLE SAVAŞI'

Vanlı işadamı Zeki Şevli ise karşılıklı acıların artık konuşulabildiğini, özellikle Kürtlerin hikâyelerini Türklerin de dinlemeye başladığını düşünüyor. Şevli’ye göre bu, çözüm sürecinin en iyi taraflarından biri, hatta çözüm sürecini başarıya götüren anahtar aynı zamanda:
“Aslında bu savaşın bu kadar uzun sürmesinin bir nedeni de Türklerin Kürtleri anlayamaması. Rejim buradaki savaşı çok farklı lanse etti. Biz ticaretimiz gereği çok sık batıya gidip geliyoruz. 10 yıl önceki bize bakış açısıyla şimdiki çok farklı. Diyorlar ki ‘Biz sizin şarkılarınızın yasaklandığını bilmiyorduk. Çocuklarınıza kendi isimlerinizi koymanızın yasaklandığını bilmiyorduk. Biz, sizin doktor öldürdüğünüzü, öğretmen öldürdüğünüzü, devletin yaptığı hizmete başkaldırdığınızı biliyorduk’. Ama Türkiye’de biraz daha sivil rejim egemen olunca gerçekler ortaya çıktı ve batıdaki Türkler bizi daha iyi anlamaya başladı. Çözüm sürecinin en iyi taraflarından birisi de bu hikâyelerin iyi aktarılması oldu.”
Şevli’ye göre, çözüm süreci başarıya ulaşırsa işte tam da bu yüzden ulaşacak: Halklar birbirini anladığı için ve sağduyulu yaklaşmayı başardıkları için. “Halk, bu savaşın Kürt ve Türk savaşı olmadığını bildiği için sağduyulu davranıyor. Bu hiçbir zaman Kürt- Türk anlaşmazlığı değil, Kürtlerin sistemle ilgili kavgası. Bunun anlaşılması da bu sağduyunun temeli.”

BARIŞIN ÖNÜNDEKİ ENGEL

Şevli halkın sağduyunun, şu anda ne olduğu bilinmese de çözüm sürecini başarıyla götüreceğini düşünüyor ama onu endişelendiren siyasetçilerin tutumu ve savaştan rant elde edenler: “Savaşanlar savaşın sürmesi için de iyi savaştılar. Siyasetçiler de barışı yapamadılar. Siyasetçiler bu 40 yıllık süre içerisinde bu savaştan edindikleri rant nedeniyle bu savaşı bitirmeyi göze alamadılar. Siyasi kaygılar bu ülkenin barışının önüne geçti. Her iki taraf için de söylüyorum. Burada barışın önündeki engel olarak ben her iki tarafın da siyasetçilerini görüyorum. Barış konusunda çok samimi olduklarına inanmıyorum. Fakat halktan, tabandan çok ciddi bir şekilde barışı destekleme, barışı isteme var. Fakat savaş barıştan daha iyi bir sektör haline geldi. Barıştansa savaş daha iyi para ediyor, bu nedenle barışı değil savaşı istiyorlar. Bence her iki halk barıştan yana olan seslerini yükseltirlerse bu işin altına imza atıcılar da ona göre davranmak zorunda kalacaklardır.”

“BİZ SES EDİNCE…”

Evinde ziyarete ettiğimiz dört çocuk annesi Vanlı Aslı Erad da, ‘Bir an evvel barış sürecini görseydim, herkesin rahata kavuştuğunu görseydim’ diyor. Ona göre de çözüm sürecinin başarıya ulaşması için halkın desteğinin olması şart: “Kiminin oğlu dağdadır, kiminin oğlu askerdedir, Devlet isterse halk da destek verirse, Türkler devlete seslenip, ‘Biz de istiyoruz bu iş bitsin, barış gelsin’ derse biter bu. Herkes evinde rahat rahat oturur.” Erad da Diyarbakır, Mardin, Cizre, Şırnak, Siirt ve Van’da konuştuğumuz birçok kişi gibi geçmişte yaşanan acıları anlatıyor. Kürtlerin hissettiği yabancılaşmaya, kendi deneyimlerinden yola çıkarak işaret ediyor. Akciğer kanseri olduğu için uzun süre İstanbul’da kalmış: “Hastanede fotokopi çekiyorlardı. Kadının biri, adam fazla para aldı diye adamı rencide etti. Biz o kadar ses etsek, hemen derler terörist. Biz bir şey deyince terörist. O yüzden hep eziğiz.”

'HAK SORA SORA KAZANILIR'

Erad’ın üç kızından biri evli, birisi de öğrenci. Diğeri de liseden yeni mezun, annesine yardımcı olmaya çalışıyor. Erad hastaneye yattığında, eşi ‘nasıl olsa ölecek’ diyerek, ikinci bir eş almaya karar vermiş; kendi kızını da, evlenmeyi düşündüğü kadının 65 yaşındaki evli babasına ikinci eş olarak vermeyi planlamış. “Duyunca çıktım hastaneden, geldim, dilekçe verdim, boşandım. Kızımı da sevdiğine verdim. Hayat hep bir mücadeledir, yılmadım, ayağımın üstünde durmaya çalıştım. Kimse anasının karnında bir şey öğrenmiyor. Haksızlığa dayanamıyorum. Sora sora hakkını alması lazım insanın” diyor. Erad’ın oğlu işsiz. Bir işi varmış ama sabah 08:00 gece 24:00, günde 20 lira alıyor, bunun 5 lirası da yola gidiyormuş. O yüzden işten ayrılmış, yeni bir iş arıyormuş: “Batıya gönderemem. Orada ezilir. Bizim millet de biraz hayırsız. Biraz parası olunca hemen parasını alıp batıya gidiyor. Burada kalsa, bir fabrika açsa, herkese iş olur. Ne gidiyorsun batıya? Burada kal, burada yap, kendi halkına ver.”

“BARIŞ DEYİNCE AKLIMA EKMEK TEKNEM GELDİ”

Ekmeğinin peşinde olanlardan da biri de Van Gölü kenarında seyyar tezgâhında balık-ekmek satan beş çocuk babası, 49 yaşındaki Fahrettin Usta. Soyadını söylemek istemiyor ama fotoğraf çekmemize bir itirazı yok: “Biz ekmeğimizin peşindeyiz. Siyasetten anlamayız. Barış olacak diye duyduğumda ekmek teknem aklıma geldi. Buralara gelen giden çok olur, işlerimiz açılır dedim. Bir senedir işlerimiz iyiydi ama şimdi ne olacak bilmiyoruz. Sabah buraya gelirken düşünüyorum, akşama eve giderken ne kazanacağım, çocuklarımın rızkı nasıl olacak? Kim ister ki kavga olsun, eve aç gitsin, çocuklarına bir lokma götüremesin.. “
Fahrettin Usta’ya göre, çözüm sürecinin başarıya ulaşması için yapılması gerekenleri siyaset bilir: “Şimdi ben sana desem balık nasıl yapılır, ne diyebilirsen bana? Hiç. Onun ustası benim. Bu işlerin ustaları da Meclis'tedir, siyasettedir.“ "Umutlu musunuz çözüm sürecinin başarıya ulaşacağından?" diye sorunca da, bu yazı dizisini hazırlarken konuştuğumuz, kimin süreci nasıl etkilediği ya da tıkadığı konusunda çok farklı fikirler ifade eden kadın, erkek, her yaştan ve her meslekten insanın söylediği ortak noktayı, ‘Barış olmasını çok isterim’ dedikten sonra kendi cümleleriyle ifade ediyor: “Anlayacağın, her tarafın güllük gülistanlık olması için kim ne yapabilirse iyidir.”

AL JAZEERA ŞIRNAK VE SİİRT’TE DE NABIZ TUTTU

Al Jazeera muhabiri Ayşe Karabat Van halkının çözüm süreciyle ilgili düşüncelerinin ardından Siirt ve Şırnak’ta da halkın nabzını tuttu. “Bugünü ve geçmişi kıyasladığımda hakikaten hayal bile edemeyeceğim günler yaşıyoruz. ‘Bir gün gelecek, işte biz Türkiye’de Güneydoğu’da, Doğu Anadolu’da barışı yaşayacağız. Hayal gerçek oldu” diyor Siirtli Fatma Erdemci, çözüm sürecinin getirdiklerini anlatırken.

İkisi üniversite öğrencisi, dört çocuk annesi Erdemci, Bingöllü bir Zaza. Siirt’e gelin gelmiş, öğretim üyesi eşiyle birlikte bir süre de Van’da yaşamış, şimdi tekrar Siirt’e dönmüşler.
‘En kötü yıllar’ olarak tanımladığı 1990-93 yıllarında Siirt’teki hayatı anlatırken "Yalnızca hayatımıza yönelik değildi, psikolojimize de yönelikti terör" diyor ve geçmişi anlatma nedeninin bugünün kıymetini vurgulamak olduğunu söylüyor: “Uyuduğumuzda korkuyla yatağa girer ve korkuyla uyanırdık. Dışarı çıktığımızda o gün başımıza ne geleceğini hiç kimse bilemezdi. Ben Bingöllü'yüm 1990’a kadar orada yaşadım. Bingöl’de faili meçhuller çoktu. Yaşanan faili meçhullerin çoğu da toplumda kanaat önderleri diyebileceğimiz insanlardı. Kapısı çalındı, dışarı çağrıldı ve ensesine kurşun sıkıldı. Benim babam medrese çıkışlı bir insandır. Onun medreseden arkadaşı 7 kişi belli aralıklarla öldürüldü. Bunu niçin anlatıyorum? Bugün gelinen noktanın kıymetini bilmek için anlatıyorum.”

‘6-7 EKİM OLAYLARI TOKAT GİBİ OLDU’

Erdemci’ye göre, çözüm süreci insanların ‘yaşama yeniden tutunmasına’ ve ekonomik gelişmeye neden oldu. “Rehavete kapıldık” diye tanımlıyor bu durumu. Bu yüzden de 6-7 Ekim’de yapılan, 36 kişinin yaşamını yitirdiği Kobani’ye destek eylemlerinin ‘tam bir tokat gibi olduğunu’ düşünüyor: “Ekim'deki gerginlikler tekrar 1990’lara dönme korkusu oluşturdu. Tam da 'bitti' demiştik. Birileri kurulmuş saat gibi tasvip edilmeyecek sesler çıkarmaya başladı. Onun dışında barış sürecini en azından bütün bir camia istemese bile büyük bir kesiminin istediğini düşünüyorduk ama bu olayla beraber gördük ki barış süreci konusunda bizim anladığımız anlamda samimiyet yokmuş. Barış bu kadar çabuk harcanacak bir şeyse, o zaman zaten hiç inanılmamış. İnandığı bir şeyi çabuk harcamaz insan.”

‘ÖRTÜLÜYÜM DİYE İŞID’Çİ DEDİLER’

Barışa inanan insanların söyleyecekleri sözleri on kere düşünerek söylemesinden yana Erdemci. Çünkü o söz başka insanları da aktive edebilir, bambaşka sonuçlar doğurabilir:
“Eşimin kız kardeşine gidiyordum. 9 yaşında bir çocuk beni gördü. Örtülüyüm ya. Dedi ki ‘Kürdistan IŞİD’e mezar olacak’. Ben örtülüyüm diye IŞİD’ciyim ya. Elinde kibrit var. Yakıp yakıp yere atıyor. İnanın bir an o kibriti üstüme atacak diye korktum.”

“İÇİ BOŞ OLMASIN”

Siirtli 31 yaşındaki Tıbbi Görüntüleme Teknikeri Celil Koçak da, çözüm süreciyle birlikte ‘rahat uyumaya’ başladığını ifade edenlerden. Ama ona göre, bu rahat uyku, Kürt halkının başka bir uyanışına neden oldu: “Çözüm süreci başladığından beri, PKK’ye katılan gençlerin sayısı arttı. Çünkü Kürt halkı derin bir uykudan uyandı. Bazı şeyleri derinlemesine düşünme imkânına sahip oldu. Bir hile sezdi Kürt halkı. Bir yandan çözüm süreci diyeceksin ama bir yandan da, kalekol kurmaya devam edeceksin, koruculuk sistemini kaldırmayacaksın ve hatta gönüllü koruculuk sistemini genişleteceksin. Oyalama bunlar.”

KULLANILAN DİL UZLAŞMACI DEĞİL

Koçak’a göre, bununla birlikte Kürt halkı çözüm sürecini destekliyor, çünkü hiçbir eve ateş düşmeyeceğini görüyor. En kötü barışın bile savaştan daha iyi olduğunu biliyor ama somut adım atılmasını istiyor ve somut adım atılmadığını düşündüğü için hayal kırıklığına uğruyor:
“Devletin, hükümetin kullandığı dil uzlaşmacı değil. Kutuplaştırıcı bir dil. Bir yandan 'barış' diyor, 'müzakere' diyor ama bir yandan da hâlâ müzakere ettiği insanlara ‘terörist’ diyor.”
Koçak’a Siirt’te gördüğümüz yakılmış okulu sorduğumuzdaysa, konuştuğumuz hemen hemen herkes gibi ‘provokatörlerden’ ve ‘tahrikten’ söz ediyor. Ona göre, Siirt’te Kobani’ye destek eylemleri sırasında, belediyenin önünde oturma eylemi yapılırken, TOMA’lar sürekli tahrik etti ve en sonunda gençlerden biri bir taş atınca ortalık karıştı. Eylemdeki birçok kişi evine döndü ama gençler sokakta kalmaya devam etti. Ta ki Öcalan’ın ‘eve dönün’ çağrısına kadar.
Ancak Koçak’a göre, Öcalan’ın mesajları tam olarak aktarılmıyor o yüzden de sürecin devam etmesi için Öcalan ile görüşen heyetin genişletilmesi gerek: “Öcalan muhatap olarak doğru bir adres. Ama onunla görüşenlerin listesinin genişletilmesi lazım. Daha kapsayıcı bir müzakere heyeti olmalıydı. Heyetin İmralı’ya gitmesi sıklaştı ama KCK Yürütme Konseyi heyete güven duymuyor. KCK’den de birinin heyette olması gerek.”

‘TEK SUÇLU DEVLET DEĞİL’

Öcalan’ın müzakereler için doğru muhatap olduğunu ama sürecin tıkanmasında hem devletin hem PKK’nın sorumluluğu olduğunu vurgulayanlardan biri de Şırnak’lı Ömer Çoban.
Türkçe bilgisi çok az olduğu için daha çok Kürtçe konuştuğumuz ve tarımla uğraştığını söyleyen 50 yaşındaki, sekiz çocuklu Çoban, tek Kürt hareketinin PKK olmadığını, Kürt milliyetçisi başka partiler ve hareketler olduğunu da söylüyor ama ona göre, silahlı mücadeleyi yapan PKK olduğuna göre, silahların bırakılması müzakeresi de onlarla yapılmalı:
“İki taraf da verdiği sözlerde durmadı. İki taraf da inatlaştı. Biri demişti ki 'silahı bırakacağım, siyasete yöneleceğim’ öbürü de demişti ki ‘adım atacağım’. Ama ikisi de bunları yapmadı ve süreç tıkandı. Bu inatlaşmadan vazgeçip ikisinin de adım atması lazım. Bundan sonra ya ikisi de sürece zarar verecek ve halkların üzerinden savaşı sürdürecek ya da adım atacaklar. Biz halk olarak bu sürecin açılmasını istiyoruz.”

‘HALK 90’LI YILLARA DÖNMEK İSTEMİYOR’

Çoban çözüm sürecinden beklentisini Kürt halkına haklarının teslimi olarak tanımlıyor. ‘Nedir onlar’ diye sorunca da, “Allah’ın bize verdiği dili konuşmak” yanıtını veriyor. Bir davası olduğunu, bu dava için mahkemede tercüman tutması gerektiğini ama tercüman parasını da kendisinin ödemek zorunda olduğunu anlatıyor. Çoban da tıpkı Erdemci ve Koçak gibi çözüm süreciyle birlikte rahat uyumaya başladıklarını söylüyor:
“Halk 1990’lı yıllara geri dönmek istemiyor. Halkların gözü bundadır. Şimdi şu anda rahatız. Silahların sustuğu bir ortamda rahat uyuyoruz. Silah sesleriyle uyanmak istemiyoruz. Her iki taraftan da bu tıkanıklığın önünü açmasını istiyoruz.”

‘RAHAT UYUMAYA DEVAM ETMEK İSTİYORUZ’

Süreçte bir tıkanıklık olsa da, bunun aşılabileceğine yürekten inandığını söyleyenler de var. Mesela iki çocuk annesi, 44 yaşındaki Şırnaklı Sıdıka Sanır gibi. “Ben inanıyorum, büyüklerimiz bunu halleder, halletmek zorunda” diyor: “Çünkü aşılmazsa çok kötü şeyler olur. Cehenneme döner burası. Eskisinden de kötü olur. Çok kötü şeyler yaşadık biz. Geçmişi anımsamak bile kanımı elektriklendiriyor. Her gün çatışma yaşadık. Bir komşumuz çatışma çıktığında bir evden kendi evine geçmek isterken öldürüldü. Askerler, ‘terörist sandık' dedi, özür diledi. Ama giden can gitti. Her iki taraftan da canlar gitti. Askerlerimiz de öldü. Boşu boşuna öldü insanlar.” Sanır, hem 1990’lı yılları atlatmak hem de eşinin inşaat işleri nedeniyle Adana’ya gidip gelmiş. Bir evleri Şırnak’ta, bir evleri Adana’daymış. ‘İnsan kendi memleketinde yaşamak ister. Şırnak bizim memleketimiz’ diyor. Çözüm sürecinden sonra pikniğe, yaylaya gidebildiklerini vurguluyor: “Herkes ayrı ayrı ayrı söylüyor. Kime inanalım bilmiyorum ama rahat uyumaya devam etmek istiyoruz biz.”


Al Jazeera/Ayşe Karabat

Editör: TE Bilisim