Ak Parti Van Milletvekili Gülşen Orhan, Aksiyon dergisine verdiği röportajda çözüm süreci ve birçok konuyu değerlendirerek, sürece yönelik önemli mesajlar verdi. Türkiye’de başta Kürt sorunu olmak üzere mevcut sorunların çözümü için daha önceki dönemlerde de mücadele verildiğini kaydeden Orhan, sistemin her defasında buna engel olduğunu belirtti. Menderes ve Özal’ın yasak zemini değiştirmek için çalışan ilk kurbanların olduğunu söyleyen Orhan, şimdi sisteme müdahale edebilen bir parti olan AK Parti’nin olduğunu, sayısı 70-80’i bulan Ak Parti’deki Kürt milletvekillerinin de sürecin bu noktaya gelmesinde büyük katkı sağladığını kaydetti.

 

Ak Parti Van Milletvekili Gülşen Orhan, Aksiyon Dergisi’nin bu haftaki sayısında Zafer Özcan’a konuştu. Barış süreci ve öncesinin konuşulduğu geniş çaplı bir söyleşi gerçekleştiren Özcan, hem Orhan’ın gençlik yıllarına uzandı, hem de gelinen nokta hakkında Orhan’ın önemli mesajlarını paylaştı. Orhan’ın özellikle Kültür Bakanlığı’nın Kürtçe eserlerinin yayınlanması noktasında büyük emeklerinin olduğunu vurgulayan Aksiyon dergisi, Orhan’ın Ak Parti’deki önemli Kürt vekillerden biri olduğunun da altını çizdi.

 

İşte Zafer Özcan’ın kaleminden Gülşen Orhan!

 

80’lerin sonları… Terörün iyice kızıştığı, faili meçhul cinayetlerin rutinleştiği, dağa çıkışların tavan yaptığı Olağanüstü Hâl yılları… Van Gölü’nün güneyinde, sarp dağlarla çevrili, kışın aylarca irtibatın kesildiği kendi hâlindeki Bahçesaray ilçesinde, hoca minareye çıkmış öğle ezanı okuyor. Ezandan sonra da Kürtçe duyuru yaparak halktan çocuklarını aşı için sağlık ocağına getirmesini istiyor. İşte ne olduysa ondan sonra oluyor. Minareden inen hoca, duyuruyu Kürtçe yaptığı için, karakol komutanı tarafından tekme tokat dövülüyor. Kan revan içinde bırakılan imama hemşehrileri yardıma koşuyor. Bahçesaraylıları şoke eden gelişmeye şahit olanlardan biri de o dönem ortaokula devam eden Gülşen Orhan’dır. Bu hadise onun ve elbette diğer Bahçesaraylıların ruhunda derin izler bırakacaktır. Aslında Bahçesaraylılar buna benzer manzaralara yıllardır alışıktır. Daha önce askerden dayak yiyen imam görmemişlerdir belki ama birinin koşarak gelip ‘arama var’ dediği zamanlarda, ellerindeki Kürtçe kaset ve kitapları tandırlarda yaktıkları çok olmuştur. Bugün barış rüzgârlarının estiği bölgenin en ilginç yerleşimlerinden biri Bahçesaray. 90’ların karanlık döneminde şehrin adını genelde, kışları yolunun aylarca kapandığıyla ilgili haberlerde duyduk. Biraz da coğrafyasının etkisiyle adı terör olaylarıyla anılan bir yer olmadı bu şirin ilçe. O dönem yaşanan acı olaylara şahit olan Gülşen Orhan ise bugün AK Parti Van Milletvekili. 30 yıllık terör sürecinin ilk elden şahidi; hem o hem de ailesi… Babası Naci Orhan önce muhtarlık, daha sonra Anavatan Partisi ve AK Parti’den belediye başkanlığı yapmış. Gülşen Hanım, Orhan ailesinin siyasetteki ikinci kuşak temsilcisi. Hiç düşünmediği bir dönemde babasının teşvikiyle 2007 seçimlerinde aday adayı olan ve Başbakan Erdoğan’la tanışan Orhan, iki dönemdir hem Bahçesaray hem de Van’ı Meclis’te temsil ediyor.

 

MECLİSTEKİ KÜRT VEKİL SAYISI

 

AK Parti’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana Meclis’te ortalama 70-80 Kürt milletvekili görev yapıyor. Üç dönemdir bu tablo değişmedi. Onlar Doğu ve Güneydoğu’yu Parlamento’da en yüksek seviyede temsil eden grup. Buna rağmen, istisnaları saymazsak, memleketin bu en can alıcı meselesine dair onlardan ciddi sesler çıkmadı bugüne kadar. BDP’nin 20-30 vekille yaptığı etkiyi yaptıkları söylenemez. Hatta öyle ki tuzu kuru olmak, ellerini taşın altına koymamak ve sürece müdahil olmamakla eleştirildiler. Aslında Gülşen Orhan’la yaptığımız görüşmenin çıkış noktası da buydu. Sahi, neden hiç sesleri çıkmıyor, oralı olmuyorlar, en azından öyle görünüyorlardı? Sorunun cevabında aslında bir dönemin ve bölge halkının yaşadığı travmanın izleri var.

 

“SİSTEME MÜDAHALE EDEN BİR PARTİ VAR”

 

AK Parti’nin Doğu ve Güneydoğu kökenli vekillerinin seslerinin çıkmaması konusunda aslında ne kadar dertli olduğu ortaya çıkıyor konuştukça. Türkiye gibi kozmopolit bir toplumsal yapıda, etnik temele dayalı sorunları çözmenin zorluklarını anlatarak başlıyor söze. Bu yapının içinde politika üretmek, reform yapmak, soruları çözmek için meseleyi önce halkın geniş kesimlerine kabul ettirmenin önemine işaret ediyor. Türkiye’de bu konulara kafa yoran devlet büyüklerinin yıllarca sistemin koyduğu bariyerleri aşamadığını hatırlatıyor Gülşen Orhan ve örnekleri sıralıyor: “Menderes belli bir yasak zeminini değiştirmeye çalışırken bunun kurbanı oldu. Sonra Özal bir şeyler yapmaya çalıştı ve hâlâ biz onun ölümündeki şüpheleri tartışıyoruz. Şimdi sisteme müdahale eden AK Parti hükümeti var. Geçmişteki acı tecrübeler çok şey kaybettirdi ülkeye ama bir tecrübe birikti.”

 

“KÜRT VEKİLLERİNİN AK PARTİ’DE OLMASI AVANTAJ”

 

Son sürecin de biriken bu tecrübe üzerine kurgulandığının altını çiziyor. Başbakan ve parti kadrolarının, memleket ortak paydada bir araya gelmeden sorunun çözülmeyeceğini gördüklerini söylüyor. Yani doğuyu memnun edecek reformun batıda tepki görmesi veya bunun tam tersi gibi ihtimaller hesaplanarak hareket ediliyor artık. Başbakan’ın son sürece kadar gelirken bu politikayı izlediğini hatırlatarak bölge milletvekillerinin de aynı çizgide olduğunu vurguluyor. Parti içindeki toplantılarda bütün gerçekleri ve sorunları konuştuklarını ancak kamuoyundaki hassasiyetler sebebiyle dışarıya yansıtmadıklarını belirterek “Kamuoyu önünde sorunların daha itidalli ve üzerinde uzlaşılabilecek bir dille yapılması gerekiyordu ve biz bunu yaptık. Kürt milletvekillerinin AK Parti çatısı altında bulunması, bu gerçeklerin partide politikaya dönüşmesine vesile olmuştur. Bunun ötesine geçmek çok akılcı olmazdı.” diyor.

 

“EN DOĞRUSU BAŞBAKAN ÜZERİNDEN KONUŞMAK”

 

Tek sorun bu değil elbette. Diğer tarafta, bugüne kadar Kürt halkının tek siyasi temsilcisi olduğunu iddia eden partinin tavrı var. “BDP, Kürt sorunu adına makul talepleri, çok rijit bir dille, hassasiyetleri kaşıyarak konuştuğu zaman, bizim ardından çıkıp aynı şeyi söylememiz o hassasiyetlere dokunmak anlamına geliyordu.” tespitini yapıyor. Dolayısıyla hassas mevzuları Başbakan üzerinden konuşmak en sağlıklı çözümdü, AK Partili bölge milletvekilleri için. Nitekim 10 yıllık iktidar döneminde bunun örnekleri çok yaşandı. Orhan, bu çerçevede Dersim ve Seyit Rıza örneklerini veriyor. Kendilerinin Dersim katliamını gündeme getirmesinin ciddi reaksiyona sebep olacağını ancak Başbakan’ın sözlerinin kamuoyu algısı ve bakışını değiştirdiğini belirterek “Böylece toplumsal mutabakata adım adım gelindi. 2003’ten bu yana atılan adımlarda hep bu durum yaşandı ve mesafe alındı. Biz de hep parti içinde fikirlerimizi beyan ettik.” diyor. Orhan, konunun hassasiyetine kendi yaşadığı olayı örnek gösteriyor. Partinin basına kapalı toplantısında yaptığı bir konuşmanın sızdırıldığını ve bir gazetede manşetten “BDP ağzıyla konuşan AKP’li” diye verildiğini belirterek “Bir de çıkıp konuşsak neler olurdu?” diye soruyor. Restorasyon ve geçiş süreci diye tanımladığı süreçte iletişim dilinin önemine vurgu yapıyor.

 

REFERANDUM HALKIN SESİ OLDU

 

Gülşen Orhan, bu ülkede barışın tesis edilmesini istemeyenlerin gücüne dikkati çekiyor. Bunların göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguluyor. Türkiye’de bugüne kadar ‘kimin eli kimin cebinde’ belli olmayan bir sistemin süreçleri belirlediğini vurgulayarak bu noktaya gelinene kadar örgüt ve BDP’nin AK Parti ve Başbakan’ı çözüme engel gibi gördüğünü hatırlatıyor. Habur faciasından sonra BDP temsilcileri ve PKK sözcülerinin, ‘Çözümü AK Parti engelliyor, Kemalistlerle ve askerle işbirliği yapalım’ görüşünü seslendirdiğini hatırlatarak tepkisini dile getiriyor: “Benim hiç anlamadığım konudur. Kürt sorununun muhatapları olduğunu söyleyen insanların, son sürece gelene kadar AK Parti’nin attığı adımları desteklememesi, desteklememek bir yana bunu bertaraf etmek, başarısız kılmak için gösterdiği çabayı anlamış değilim.”

 

“ARTIK HERKES BARIŞ İSTİYOR”

 

Yakın zamana kadar bu tavırda ısrar eden BDP’nin şimdi çözüm sürecine destek vermesini tabanın baskısıyla açıklayan Orhan, yıllardır Öcalan’ı çözüm adresi gösteren partinin şimdi onun sözünü dinlememe şansının olmadığını vurguluyor. Kürt halkında çözüm yönünde ciddi bir beklenti olduğunu ve çözüm baskısının siyasete yansıdığını da belirterek silahın ve ölümün olmadığı bir yolu artık halkın dayattığını ifade ediyor. Gülşen Orhan, “Şehit ailesi de, BDP’ye oy verenler de, dağda çocuğu olan aileler de artık barış istiyor; bu da çözüm şansını artırıyor, bunu heba etmemek lazım.” diyor.

 

“ÇÖZÜMÜN TEMELİNDE O REFERANDUM YATIYOR”

 

Gülşen Orhan, Kürt sorununun çözümünde 2010 referandumunun önemine de değiniyor: “Referandumda güçlü evet çıkmasa kesinlikle bu noktaya gelemezdik. Referandum Meclis’in çalışabilir hâle gelmesine vesile olmuştur. Halkın sesinin çıkabilmesine vesile olmuştur. Halkın isteklerinin yasal altyapıya kavuşması oradan başladı.” BDP’nin o dönemdeki tavrını da eleştiren Orhan, parti kapatmadan defalarca mağdur olmuş bir partinin bu sürece destek vermemesinin Kürtler arasında sorgulandığının altını çiziyor.

 

ÇÖZÜMÜ SAVUNANLAR HEDEF OLDU

 

Kürt meselesinin çözümünde demokratik tavır alanlar ve silahsız çözümü savunanların sesleri hep kısıldı bugüne kadar. Hatta onlar davaya ihanetle bile suçlandı. Tehditler ve mahalle baskıları birbirini izledi. Gülşen Hanım da bu süreçten nasibini almış bir siyasetçi. Kendisine bir dönem sürekli sınır ötesi telefon numaralarından tehdit mesajları geldiğini belirterek “Sen bizim adaylarımızın önünde engelsin, sana ve ailene gelebilecek zarardan mesul olmayız, siyasetten çekil diye defalarca tehdit edildim.” diyor. Kendi dışında Kemal Burkay, Şivan Perver, Muhsin Kızılkaya gibi demokratik ve silahsız çözümü savunan insanların da aynı kaderi paylaştıklarını belirtiyor: “Kürt sorununun bir tekel hâline gelmesi ve onu çözebilecek mekanizmaların devre dışı kalması ile alakalı bir çabası vardı bu çizginin. Kemal Burkay, BDP’nin söylemlerinden daha geri şeyler söylemiyor ama onu en büyük düşman ilan ettiler. Onu itibarsızlaştırmak adına kendi yayınlarında ne gerekiyorsa yaptılar. Çözümsüzlükten beslenen kitle bence hâlâ var ama süreç buna rağmen devam ediyor.”

 

“ALINAN MESAFENİN KIYMETİ BİLİNMELİ”

 

Türkiye’de yıllarca ‘dağa adam yetiştiren’ bir mekanizmanın çalıştığı tespitini yapan Orhan, AK Parti’nin bu mekanizmayı değiştirdiği için çözüme yaklaşıldığını vurguluyor. Alınan mesafeye çok iyi bakılması gerektiğini de belirterek Başbakan ve hükümetin çözüm sürecini yavaş, itidalli ancak sağlam götürdüğünü ve bu sayede hem Türk hem de Kürt halkından destek gördüğünü ifade ediyor. Kürtçe yayınları asker korkusundan tandırda yaktıkları dönemden Kültür Bakanlığı’nın Kürtçe temel eserleri bastığı bir döneme gelindiği tespitini yapan Orhan, alınan mesafenin kıymetinin bilinmesi gerektiğini vurguluyor.

 

Q, W VE X HARFLERİ BÜROKRATI İSTİFA ETTİRDİ

 

Hâlen Kültür Bakanlığı’nın bastığı Kürtçe on temel eserin fikir babası Gülşen Orhan. Kürt edebiyatında ve kültüründe önemli yeri bulunan ancak bugün unutulmaya yüz tutmuş şair ve düşünürleri yeni nesillere tanıtmak istediklerini belirterek Başbakan’ın onayı ve eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın desteğiyle projeye başladıklarını belirtiyor. Elbette bu süreç de kolay olmamış. İlgili bürokrat eserlerde bulunan w, q ve x harflerinin Türk alfabesinde olmadığı gerekçesiyle eserleri basmak istememiş. Kültür Bakanı ısrarlı davranınca, bürokrat istifa etmiş. Bakanlığın bastığı ilk eser 17. yüzyılda yaşamış Kürt tarihçi ve şairi Ahmed-i Hani’nin Mem-u Zin adlı eseri. Devamında ise Cizreli Hoca diye tanınan ünlü Kürt mutasavvıf Melaye Ciziri’nin Divan’ı basılmış. Mutasavvıf yönü de bulunan Melaye’yi, gelmiş geçmiş şairler içinde dili tasavvufla harmanlayan en iyi şair olarak tanımlayan Gülşen Hanım, “Bu insanların eserlerinde ayrılık, çatışma yok, insani hasletler var. İnsanları, insanlığa, tabiata ve ilahi varlığa yönelten bir felsefe var. Türkiye bunu tanısın istedik.” diyor. Her yıl Bahçesaray’da yaptıkları Fekqiye Teyran Kültür Festivali’nde bu insanları tanıttıklarını da belirten Orhan, Feqiye Teyran’in 16. yüzyılda Bahçesaray’da yaşayan bir şair olduğunu söylüyor: “Kabri Bahçesaray’dadır. Şiirlerinde tabiattan öğeler, toplumsal, tarihî olaylar, felsefi öğretiler, ilahi aşk var.”

 

“O HARFLER İNGİLİZCE’DE DE VAR”

 

Aslında kavga sebebi harfler İngilizcede var. Daha ilginci bunlar Latin alfabesinde de var ancak Türkiye bu alfabeyi alırken bu üç harfi çıkarmayı tercih etmiş. Gülşen Hanım, sırf Kürtçede var olduğu için o üç harfin alfabeden çıkarıldığını söylüyor. İngilizce eğitim veren bütün devlet okullarında sonuçta bu harfler kullanılıyor. ‘Q’ adı verilen klavyeyi de yaygın kullanıyoruz ama konu Kürtçe olunca tuhaf bir devlet refleksi ortaya çıkıyor.

 

“BİZE KÖTÜ MİRAS BIRAKILDI…”

 

Bahçesaray küçük bir yer olmasına rağmen, Osmanlı döneminde önemli medreselere ev sahipliği yapan bir belde. 1900’lerin başına kadar ilçede iki medrese faaliyet gösteriyor ve bunların kalıntıları bugün duruyor. Mir Hasan-ı Veli ve Arvas adı verilen medreselerde astronomi dâhil bütün ilimler veriliyor. Cumhuriyet’in kurulmasıyla medreselerin kapısına kilit vuruluyor ancak asıl travma bundan sonra yaşanıyor. Bahçesaray’da 60’lara kadar medreselerin yerine hiçbir eğitim kurumu açılmıyor. İlçenin yaklaşık 40 yıl karanlık bir döneme mahkûm edildiğini belirten Gülşen Orhan, yıllarca ilçede ilkokul bile bulunmadığını ve yeni nesillerin okumaktan mahrum kaldığını söylüyor: “Bize kötü bir miras bırakıldı, biz bunu gelecek nesillere bırakmayalım.”

Editör: TE Bilisim