Belki yirmi belki on belki de beş sene sonra hayatımıza ardı sıra bakıp sosyal ilişkiler için kuracağımız cümleler topluluğunun bir hülasası olarak kabul edilebilir bu yazılacaklar. Yıllar sonra yaşanacak bir pişmanlığın, duyulacak bir üzüntüsünün gerçekleşmemesini arzu eden bir hissiyatın iç sesi, aklın dışavurumudur bu yazı.

“Keşke bu anlamsız gururumun esiri olmasaymışım. Keşke ta o zamandan beri kör cahil olduğumu anlasaymışım. En azından şimdi içinde bulunduğum bu nedametin ıstırabını bu denli hissetmezdim. Ve kırmazdım karşımdaki insanı kendi taassuplarımla.”

“Evet o/onlar haklıymış.”

“Evet aslında o zaman bunu demişti.”

“Evet, keşke onu bir de bugünkü aklımda dinleseydim”

“ Evet aslında bizim şimdi doğru dediğimiz onun on yıl öncesi anlattığı şeydi. Anlamamışız.”

“Sanki tek doğru benim doğrummuş gibi nasıl da kör bir inançla karşımdaki doğrulara gözümü kapatmışım”

“ Niye o kadar abartmışım ki ?”

“O demişti, onlar demişti ya da birileri demişti”

O kişi şunu demişti, şu kişi bunu demişti .

Sonra:

“Demişti de demesine ama benim onları dinleyecek kulaklarım ancak şimdi olgunluğa erişti. Gözlerim de üstelik yeni görmeye başladı . Ah duyularım! Suçlusunuz. Kaçtınız; rahat yaşamın avuçlarına tutunup . Kaçtınız; avuçlarımın nasırlaşmasına imkan vermediniz. Yüreğimin daralıp dara düşmesine ardından feraha kavuşmasına izin vermediniz.”

“Eğlenmeyi vazife sanan şu serkeş yüreğim! Herkesle, her şeyle eğlenen yüreğim. Birazcık olsun bilincin, aklın ve mantığın ağırlığını taşıyabilseydin güçlü sandığın omuzlarında. Birazcık olsun ışığa atılan kelebek olmasaydın. Yüreğim sen kelebek değilmişsin meğerki. Neydi bunca uçmaya heveslenmelerin? Suçlusun, suçluyuz!”

O sanatçı, o yazar, o oyuncu , o öğretmen, o öğrenci, o arkadaş; babam, annem, kuzenim, arkadaşım, dostum vb vb...Bu liste o kadar uzayıp gider ki nihayetinde biri bir şeyler söylemişti.

Herkesin bu listede bir ya da birden fazla muhatabı vardır . Birisi ya da birileriyle yaşantımızda, hayatın olağan kesişiminde bir paylaşımımız olmuştur.

Peki ne yaptık?

O birisini dinledik mi, ona hiç hak vermeyi düşündük mü, klasik anlamda bir kerecik olsun empati yaptık mı?

Düşüncesini ilginç ve anlamlı mi bulduk yoksa anlaşılmaz ve kabul edilmez mi ?

Hoşgörü mü gösterdik yoksa nefret mi duyduk ?

Ne yaptık o kişiye ?

Belki kırdık belki incittik. Ya da egomuzun küstahlığına aldırmayıp en iyiyi ben bilirimi oynadık .

Belki düşüncesini açıklamasına izin bile vermedik . Belki çok tehlikeli düşünceler dedik .

“Hayat kısa kuşlar uçuyor” diyordu şair.

Şayet bir şair olsaydım -bu cümleyi içtenlikle takdir etmekle beraber- şunu derdim: “Hayat kısa kelebekler uçuyor”

Bu minvalde her zaman en haklı en doğru en iyi biz değiliz . Kısacık hayatı bizim doğrularımız dolduracak değil.

Bizim dışımızdaki farklılıklara daha hoşgörülü ve daha saygılı olmanın duyarlılığını göstermek sonradan yaşanabilecek pişmanlıkları muhakkak ortadan kaldıracaktır.

İnsanın yaşamı gibi fikirlerinin de kutsal olduğuna inanırım.

Düşünce ve fikir özgürlüğü denilen kavram sadece insan türüne özgüdür .

Bu özgürlükleri kısıtlamak ya da hor görmek insanı değildir. İnsanı olmayan şey vicdanla da bağdaşmaz.

İnsanlar düşündükçe hayat güzelleşir. Düşüncenin, özellikle esnek ve özgün düşüncenin hayat bulduğu bir yaşam çok anlamlı ve çok daha güzeldir.

Descartes düşündükçe var oluyordu unutmayalım .

Biz düşündükçe yok olmayalım .

Şöyle düşündün, böyle düşündün yok niye bunu dedin diye hayatın tadını kaçırmayalım.

Eğer balığın zaferi yüzmek, kuşun zaferi uçmak ise insanın zaferi kesinlikle düşünmektir.

Kimsenin bir başkasının zaferini çalmasına hakkı yoktur .