İman, Allah’a, O’nun muradı istikâmetinde inanmak ve doğrulamak anlamlarına gelir. İman, taklidî ve tahkikî olmak üzere ikiye ayrılır.

Taklidî iman, aile ve çevremizden elde ettiğimiz ve öğrendiğimiz imândır. Köksüz ve cılızdır. Delil, düşünme ve araştırmadan yoksundur. Rüzgarın önündeki muma benzer; her an sönmeye mahkûmdur.

Tahkikî iman ise, araştırma, delil ve düşünme neticesinde elde edilen imandır. Delil ve araştırma sonunda elde edildiğinden, engin dağlardan daha sâbit ve güçlüdür.

Resûl-i Ekrem’in ifade ettiği gibi, “Şu üç haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imanın tadını alır: Allah ve Resul’ünü her şeyden çok sevmek, bir kimseyi yalnızca Allah rızası için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar ona dönmeyi ateşe atılırcasına korkunç görmek.” Hadiste geçen “imanın tadı” ifadesi üzerinde durmak isterim. İmanın tadını almanın manası, ibadetlerden lezzet ve haz almaktır. İlim ve takvayı sultanlığa değiş¬meyen meşhur mutasavvıf İbrahim Ethem şöyle der: “Eğer krallar, içinde bulunduğumuz hazzı bilselerdi, ona sahip olmak için bizimle savaşacaklardı. İbn Teymiye, imandan nasıl haz aldığını şöyle ifade eder: “Şu çulumu kralların mülküne, zühdümü Hz. Süleyman’ın saltanatına, sade ve mütevazı hâlimi de hükümdarların yaşadıkları zevk u sefaya değiş¬mem.” Diğer bir vesileyle de şöyle der: “Dünyada bir cennet var, ona girmeyen ahiretteki cennete de giremez. Düşmanım bana ne yapabilir? Cennet ve bostanım kalbimdedir. Ne¬reye gidersem benden ayrılmaz.” Zindanda bulunduğu sırada iman ve Allah’ı anmaktan aldığı hazzı şöyle ifade eder: “Keşke şu zindanda yaşadığım zevk ve hazzı cennete duyabilsem.” Rabbani âlim şunu ifade etmek ister. “İman, sahibine cennet hayatını yaşatır. Zindanları saray, acıları tatlı kılar, hayata anlam verir.”

“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti)…” âyetinin de ifade ettiği gibi, iman bir ağacı andırır. Allah’ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından uzaklaşmak onun dalları, hayırlı amellerde bulunmak yaprakları, ibadetler ise onun meyvesidir.
İmanın tadını almak, onun meyvelerini toplamak anlamındadır. İman tadının artması meyvelerin olgunlaşmasına bağlıdır. İman olgunlaşınca, sahibi her türlü fedakârlıkta bulunur, din uğruna en kıymetli varlığını ortaya koyar, şehit olmayı gerdek gecesinden üstün tutar. Nitekim Hâlid bin Velid, acemlere ve Rumlara şu ültimatomu gönderir: “Üzerinize, eğlenceyi, içkiyi sevdiğiniz kadar ölümü seven bir orduyla geliyorum.”

Hz. Peygamberi görmediğimiz hâlde ona iman etmemiz, Allah katında çok değerlidir. Bir defasında Resûl-i Ekrem sorar:
–Kimlerin imânını ilginç görürsünüz?

Ashab:
–Meleklerin imânını, der.

Resûl-i Ekrem:
–Onlar olamaz;çünkü onlar devamlı Rablerinin huzurundadırlar, iman etmeleri zaruridir.

Ashab:
–O hâlde peygamberlerin imanıdır, der.

Resûl-i ekrem:
–Onların da olamaz; çünkü kendilerine vahiy iniyor.

Ashab:
–Biz ashab topluluğunun imanıdır, der.

Resûl- Ekrem şöyle der:
–Hayır, sizlerin imanı da çok ilginç değildir; zira aranızda bulunmaktayım, vahyin nüzulüne şahit olmaktasınız. O hâlde kimlerin iman etmesinin ilginç olduğunu ben haber vereyim. İman etmeleri çok harika ve ilginç olanlar şu topluluktur. Onlar benden sonra gelecekler, ellerinde Kur’an dışında bir şey olmadığı hâlde bana iman edecekler. Kuşaklar içinde imanları en ilginç ve harika olanlar onlardır.

Peygamberler, ulema ve müçtehitlerin imanı tahkiki imandır. Söz gelimi, Bilal-i Habeşî’nin el ve ayakları bağlanmış, göğsüne kaya parçası konmuştu. Bilal, o hâlde imanını şöyle dile getiriyordu: “Ey zalimler, ellerimi, ayaklarımı bağlayabilirsiniz. Ağzımı kapatıp, dilimi koparabilirsiniz; ancak kalbimi asla bağlayamazsınız, içindekine müdahale edemezsiniz, imanımı sarsamazsınız.”

İmanın tadını alana, ateş dahi hiçbir şey tesir yapamaz. Örnek mi istiyorsunuz? Arz edeyim. Tabiin ulemasından Ebu Müslim Halâni, yalancı peygamber Esved el-Ansi tarafından yakalanır ve kendisine, “Benim peygamber olduğuma şehâdet getirir misin?” der. Ebu Müslim, “Hayır, sen peygamber değilsin,” cevabını verir. Ansî, “Muhammed’in Allah Resûlü olduğuna inanır mısın?” der. Ebu Müslim, “Elbette, o Allah’ın Resûlüdür, sadık ve emindir, sen ise yalancısın,” der. Bunun üzerine Ansî bir ateş yakar ve Eba Müslim’i içine atar. Ancak ateş İbrahim ceddimizi yakmadığı gibi onu da yakmaz. Ansî, Ebu Müslim’i Yemen’den sürgün eder. Medine’ye gelir, Hz. Ömer’le karşılaşır, olup bitenleri Hz. Ömer’e haber verir. Hz. Ömer Ebu Müslim’in elinden tutar, Hz. Ebubekir’e götürür. Hz. Ebubekir, “Ümmetimizde Hz. İbrahim gibilerini var eden Allah’a hamdolsun,” der. Cenabı Allah cümlemize de imanın tadını tattırsın, dünyadan gerçek imanla ayrılmayı nasip etsin. (Âmin).

(Merhum Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı eserinden alınmıştır.)

HADİSLERİN IŞIĞINDA

KIYAMET GÜNÜNDE ARŞIN GÖLGESİNDE GÖLGELENECEK KİŞİLER

“Başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah Teala yedi insanı arşının gölgesinde barındıracaktır. Bunlar:

Adaletle davranın idareci/yönetici,
Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde büyüyen genç,
Kalbi mescitlere bağlı olan kişi,
Birbirlerini Allah için seven ve buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayri meşru birliktelik isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilmeyeceği kadar gizli ve samimiyetle sadaka veren kişi,
Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kişidir.” (Buhari, Ezan, 36; Müslim, Zekat, 91)

Kıyamet günü tüm insanlar hesap vermek için mahşerde toplanacaklar. Orası insanların endişe ve korku içinde bekleyecekleri bir yerdir. O gün Allah Teala bu kullarını sıkıntılardan rahmetiyle koruyacaktır.

Hadis-i şerifte ahirette Allah’ın himayesine kavuşacakları bildirilen bu insanların vasıflarına baktığımızda her birinin, büyük zorluklara göğüs germiş kimseler olduklarını ve birçok engele rağmen kutul bir mücadele verdiklerini anlarız.

Hadis-i şerifte müjdelenen yedi güzel insandan ilki adil idarecilerdir. Arşın gölgesinde gölgelenmeyi hak eden idareci, üzerine aldığı emaneti korur, hak ve adaleti uygular. Böyle bir yönetici, yaptıklarına karşılık ahirette ilahî korumaya alınacaktır. Bu hadis-i şerifte adil idareci ilk sırada sayılmıştır. Çünkü idareci, yönetimi altında bulunan kimselerin tamamından sorumludur. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde bu durumu şöyle ifade eder: “Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı halkından, erkek ailesinden, kadın evinden ve çocuklarından sorumludur.” (Buhari, Nikah, 91)

Diğer yönetici sahabiler gibi Hz. Ömer (ra) de adaletiyle bilinen örnek bir devlet adamıdır. Büyük bir sorumluluk ve adalet duygusuna sahip olan Hz. Ömer’in bu hassasiyetine Mehmet Akif şöyle ifade etmiştir:

Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu

Gelir de adl-i ilahi Ömer’den sorar onu

Hadis-i şerifte müjdelenen yedi güzel insandan birisi de Allah’a kulluk içinde büyüyen gençtir. Heva ve hevesinin, şehevi duygularının, olumsuz arzu ve zararlı alışkanlıkların cazibesine karşı koyup kulluğa sarılan genç, Allah’ın emirlerine uygun davranır. Toplum, yanlış düşünce ve davranışlar içerisinde olsa bile o genç, Hz. İbrahim ve Hz. Musa gibi hak ve doğruluktan ayrılmaz. Çünkü Hz. İbrahim toplumu puta tapmasına rağmen o, Allah’ın birliğine inanmış, hayatı boyunca hiçbir puta tapmamış ve müşriklere karşı mücadele etmiştir. Hz. Musa (as) da gençliğinde Firavunla mücadele etmiştir.

Hadiste müjdelenenlerden birisi de kalbi mescitlere bağlı olan kişilerdir. Kalbi cami ve mescitlere bağlı olan kişi, namazı, camiyi ve cemaati sever, cemaatle namaza devam eder. Allah’ın evi olan camilerde bulunmaktan huzur duyar. Mescit ve camilerin imar ve bakımına önem verir. Bunun karşılığı olarak da ahirette arşın gölgesinde barındırılır. Peygamberimiz (sav) farklı hadislerde Allah’ın rıza ve himayesini kazanacak kişileri saymıştır. Nitekim bunlardan birinde mescitlere devam eden kişiyle de ilgili olarak şöyle buyurulmuştur: “Şu üç kişi dünya ve ahirette Allah’ın himayesindedir: Evine selamle giren, mescide devam eden, cihada çıkan.” (Ebu Davud, Cihad, 10)

Gölgelenecek olan diğer grup olan birbirlerini Allah için sevip buluşmaları ve ayrılmaları Allah için olan iki insan da kıyamet gününde arşın gölgesinde himaye edilecektir. Sadece Allah rızası için birbirlerini sevenlerin, bir araya gelmeleri ve ayrılmaları da Allah içindir.

Bir adam Resulullah’a gelerek:
- Kıyamet ne zaman kopacak, diye sordu.

Efendimiz (sav):
- Kıyamet için ne hazırladın, buyurdu.
- Ahiret için öyle çok oruç, namaz ve sadaka hazırlayabilmiş değilim. Ancak ben Allah’ı ve peygamberini seviyorum, dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav):
- Şunu bil ki kişi sevdiği ile beraberdir, (Buhari, Edeb, 96; Müslim, Birr, 161, 163) buyurdu.

Hadiste müjdelenen yedi güzel insandan birisi de iffet ve namuzunu koruyan edep ve ahlak sahibi insandır. Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr-i meşru davetini “Ben Allah’ın emrine muhalefet etmekten veya onun azabından korkarım” diyerek reddeden ve nefsinin isteğine karşı koyan kişi gerçekten büyük bir yiğittir. Örneğin Hz. Yusuf, efendisinin hanımının kendisine yaptığı uygunsuz daveti kabul etmemiş ve Allah’a sığınmıştır. Sonra da “Allah’ım! Benim için hapishane, onların beni davet ettiği şeyden daha iyidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştır.” (Yusuf, 33) diye dua etmiştir.

Hadiste müjdelenen diğer bir insan da sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimsedir. Allah için verdiği sadaka ve yaptığı iyilikleri mümkün olduğunca gizli yapan, gösteriş ve riyadan uzak kalmaya çalışan kimse, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutar. Bunun karşılığında ahirette ilahî koruma altına girer.

Örneğin Hz. Ali’nin torunu Zeynelabidin, her gece gizlice fakir ve kimsesizlerin kapısının önüne yiyecek bırakırdı. O öldüğünde sabahleyin kapılarının önlerinde yiyecek göremeyen fakir ve kimsesizler yiyecekleri onun bıraktığını ancak o zaman anlamışlardı.

Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi de hadis-i şerifte müjdelenen yedi güzel insandan biridir. İnsanlardan ve gözlerden uzak, gösteriş ve riyanın karışmadığı ortamlarda Allah’ı anarak gözyaşı döken kimse, çoğu insanın başaramadığı bir kulluk derecesine ulaşmış demektir. Böyle kimseler de mahşer gününde arşın gölgesinde gölgeleneceklerdir. Ayrıca Peygamberimiz (sav) bu kimseleri şöyle müjdeler: “İki göz var ki ateş onlara dokunmaz: Geceleri Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet tutan göz.” (Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, c.5, s.288)

Bütün insanların bir araya toplandığı mahşer gününde gölge namına sadece arşın gölgesi bulunacaktır. O gölgeliğin altında barınacak bahtiyarların arasında öncelikle bu yedi sınıf insan yer alır. O dehşetli günde arşın gölgesinde bulunan kimseler, hem cenneti hem de Allah’ın rızası kazanır. Böyle bir mükafatı kim istemez ki! Yüce Rabbimiz böyle güzel insanlardan olmayı ve onlarla beraber haşredilmeyi nasip eylesin. Amin.

DUA
Ey Allah’ım! Bizi, ailemizi ve tüm mü’minleri kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgelenecekler zümresinden eyle.

NÜKTE-HİKMET

Gayretin Kıymeti

Molla Hamid Ekinci anlatıyor:

İstiklal savaşı sonrasında, Bediüzzaman hazretleri Van’a dönmüş, siyaset aleminden tamamen ilgisini çekmiş, Norşin camiinde talebe okutmaya başlamıştı. Bahara yakın bir gün, odun kırmış, camiye odun çekiyordum. Üstad da bana odun taşımakta yardım etmek istiyordu. Hatta kucağına bir demet odun alıp taşımaya başlamıştı.

Ben, Üstad’ın odun taşımasını istemedim.
- Efendim, işte ben taşıyorum. Siz oturun, dedim.

Üstad, bana cevaben şöyle dedi:
- Gayretim kabul etmiyor ki, sen çalışasın ben oturayım. Eğer gayretin ne kadar hayırlı bir iş olduğunu bilseydin, ömrünün bir dakikasını bile boşa geçirmek istemezdin.

[1] Müslim,İman,69.

[1]Nedvî, el-Hâfız  Ahmed İbni Teymiyye, 2/161.

[1]İbn Kayyım, el-Vâbilu’s-Sayyıb, s. 44.

[1] İbrahim, 14/24-25.

[1] İbn Kesir,Tefsir,1


Hazırlayan Muhammed İkbal CANDAN...

 

Editör: TE Bilisim