Eli cebinde bir şairin, Sanat Sokağı’nı adımlarken sigara satan çocuklara merhabasının sıcaklığının çok ötesinde, keskin bir şubat azarı gibi işliyor dizelerime yeniden bu mevsim. Hevesi kursağında kalmış ağustos şarkılarımı takvimin derinlerine çoktan gömdü ve yüzünü bana çevirdi kış. Elinin tersiyle ötelediği sonbahar hüzünlerimi şimdilik özletmiyor ne yalan söyleyeyim. Eylül yaşanacak gibi değildi, sevda kokuyordu, ağır geliyordu. Fakat aralık geceleri de çekilir cinsten değil işte, çekilmiyor…

 

Yine de seçimim olmayan bu mevsimi Yaradan’ın getirdiği gibi buyur edecek yalnız coğrafyam; başka çıkarı yok.

 

Köy çocukları doluşuyor yüreğime her gün, tek çoraplı ayaklarının sığındığı diz altı siyah çizmeleriyle kar şarkıları söyleyen…

 

Avuçlarının küçüklüğü, burunlarının kırmızısıyla üşüyen yanlarını bir yerlerde, tanımadıkları bir şaire ısmarlayan köy çocuklarını…

 

Parmaklarını birleştirip yumruk yaparak ağızlarından dışarı fırlayan buhara doğru tutarlar ellerini ve de böyle ısınacaklarını hayal ederler ya, o vakit o şairler de üşüdüklerini hissediyorlar, kalem ‘sus’a gömülüyor. Adı ‘Doğu’, adı ‘Güneydoğu’ konulmuş coğrafyaların zamansız mevsiminde yazılacak öyle çok öykü, öyle sayısız şiir var ki halbuki…

 

Rojda’nın, 12 olan yaşına aldırmaksızın annesinin peşinden odunluğa gidip kucağında odunla çıkarak ayaza meydan okumasının, Adar’ın, çiftçi olan babasına yardım için hayvanları otlatmak amacıyla dışarı çıkıp kar fırtınasına yamalı gocuğuyla karşı durmasının, Hivda’nın, 50 metre ötedeki çeşmeden kovaya su alırken ayaz keskini suya değen, değdikçe ıslanan, ıslandıkça donan kıpkırmızı ellerinin çoooook ötesinde sayısız öyküsü var buraların. Günlük odun, tezek eksiğini karşılayamayan köy öğretmeninin camdan dışarıyı seyreden dalgın gözlerinden habersiz, Ayten, Gülnubar ve Gökhan’ın, devletin okusunlar diye ücretsiz dağıttığı ders kitaplarını gizliden gizliye sobaya daldırarak ısınmaya çabalamalarının çok ötesinde benim öykülerim. Aslında onlar da dahil öykülerime, onlar kahramanıdır şiirlerimin, onların ötesinde hayat, onların evvelinde kışlarım olmadı zaten, hayat da onlardan ibaretti, kışlar da, takvimlerin yol gözlediği taptaze bahar da…

 

Her şey onlar/dı zaten. Her şey onlar…

 

Yine de büyüktür öykülerim kendilerinden bir beden, kocamandır şiirlerim hem onlardan ibaret, hem onların çok ötesinde…

   

Kıştır, zamanın en uzak çağlarının kınsız soğuğunda anne kucağına gömülmüş 3-5 köy çocuğunun masal dinlerken uyuyakalmasıdır bu mevsim. Çatlak dudakları, gördükleri rüyadan gülümserken odanın ortasına kurulu köhne sobada günün son odunları inceden sönmeye hazırlanıyordur yarının ne getireceğinin bilinmezliği içinde.

 

   

Zühre 13 yaşındadır, küçük kardeşine bakıyor, karnını doyuruyor, öğlen olunca da giyinip önlüğünü, annesinin vakitsizlikten 3 günde bir örebildiği siyah gümrah saçlarıyla salınarak okula gitmektedir. Babası yoktur burada. Gurbettedir, Kürt çocuklarının kendilerince Türkçe’ye çevirdiği ifadeyle ‘aşağı memlekete’ gitmiştir baba. Ekmek parası için. Ne vakit döneceği belli değildir, belki kış bitince gelecektir, bahar gelende. 15 gün kalıp gidecektir yine. Küçük kardeşi Medine’nin doğumunda gelmiştir bir, sonra yine gitmiştir, gidiş o gidiş. Fakat dönecektir… Bir gün…

   

Kıştır, ne yana dönsen içinde diri tutmaya çalıştığın umuduna asılıyordur fırtına. Rüzgarın bir yana savurmaya çalıştığı yaprak gibi, incecik bedenleri savurup durur. Dağ eteklerinde biten çiçekleri avuçlarına alacakları günü beklemektedirler oysa çocuklar. Kuzuların neşelenip kırları beyaz pamuklu tarla görünümüne çevirdikleri mayıs günlerini özlemektedirler. Ters lalelerin bitmeye başladığı toprak zamanını iple çekmektedirler. Okulun bahçesinde, öğretmenin ‘haydi içeriiiii’ uyarısına rağmen beş dakikayı da kendilerinden ekledikleri teneffüs vakitlerinde cana can katan saklambacı özlemektedirler şimdi. Kıştır, biter mi malum değil. Yine de biter gibi…

    

Böyledir. Takvimlerin içinde aralık ayazının olmamasını dileyen suskun bir şair heves eder köy çocuklarının, alnına kış değmiş öyküsünü yazmaya. Şair öykü yazar mı demeyin. Şair yazdı mı  şiir kılıklı bir öykü olur ki okumaya ocağın keskin soğuğu gibi bir yürek gerek. Ben yazmadım. O şair saklı coğrafyanın birinde köy çocuklarını yazmak için mayıs çiçeklerinin açacağı bir bahar bekliyor. Kışın öyküsü kışın yazılmaz çünkü…