AKP; kurulması ile birlikte oluşturulmaya çalışılan havanın vermiş olduğu dinamizm ile halkın beğenisini kazanma yoluna gidilmesine çok önem verilmişti. Halkın nabzını iyi tutan bir siyasetçi, halkın istemleri doğrultusunda hareket ettiği zaman ve ajitasyonun dozunu iyi ayarladığında halkın desteğini kolayca sağlar.

Siyasi hayatları boyunca halkın nabzını iyi kontrol eden ve halkın içinden çıkan bu ekip, evvelki siyasi organizelerin tahakkümcü ve zorba siyasetlerinin halk üzerindeki tepkilerini iyi tahlil ettiklerinden dolayı bu konuda da donanımlı olmaları işlerini bir hayli kolaylaştırdı.

Erbakan gibi inançlarını ön planda tutan, hiyerarşik ve disipline edilmiş siyasi bir organize olan Milli Görüş'ün her kademesinde yer alan bu ekibe bundan dolayı da güven tamdı. Seçim öncesinde " bu şarkı burada bitmez " sloganı geçmişlerinin bir devamı olduklarını halka bu haliyle arz etmekti amaçları. Seçim çalışmaları esnasında " Biz Milli Görüşün devamıyız, iktidara geldiğimizde Erbakan Hocamızı C.Başkanlığına aday göstereceğiz " gibi halkı motive edici sözlerin arkasına sığınmışlardı. Halk, kendilerinin evvelki geçmişlerini gösteren karnelerine bakarak şimdiye kadar büyük bir istekle yeni kurulmuş bir partiyi bu şekilde iktidara getirmemişti. Özellikle Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı dönemindeki başarıları bütün yurt sathına yayılarak kendisinden bir hayli söz ettirmesi bu oluşumun ilk adımıydı.

Kimse, bu ekibin disipline edilmiş ve liderlik konumunu en iyi muhafaza etmiş bir siyasi organize olan Milli Görüş'ten ayrılmasını hiç sorgulamadı. Tam tersine herkes sanki sözbirliği etmişçesine " Yaşlılar artık yerlerini gençlere bırakmaları lazımdır, gençlerin önü açılması lazım ki her konuda ilerleyebilelim" gibi laflar ediliyordu. Bu tür düşünceler teoride hüsnü kabul görür, fakat pratize edildiğinde genellikle istenilen netice elde edilmeyebilir. Ayrılmak isteyen ekibinde istek ve arzuları bu doğrultudaydı, hatta " parti içinde dikta vardır " diyebilecek kadar ipleri koparma yoluna gitmişlerdi. Oysa Temmuz 2007 seçimlerinde Erdoğan, bir kalemde sildiği 155 kişiyi kendisine bağlı olanlarla değiştirmişti, yani parti içinde kendi diktasını oluşturma adımını atarken daha evvel karşı olduğu düşünceyi maalesef kendiside yapıyordu. Ayrılmak için diktayı bahane eden Erdoğan bunu 2007 seçimlerinde diktayı bizzat kendisi yerine getiriyordu.

İktidar oldukları ilk dönemde, yapmış oldukları beyanat ve propagandalar neticesinde halk onlardan çok şey bekliyordu. Bu beklentilerin farkında olan AKP kurmayları halktan sabır ve süre istediler. Malum slogan olan " biz kendimizden evvelki iktidardan ve iktidarlardan enkaz devraldık " sözüne sığınarak işleri düzelteceklerine halkı ikna etmeye çalıştılar.

İlk icraatları, Abdullah Gül'ün başbakanlığı döneminde Avrupa Birliğine girebilmek için Erdoğan ve Gül 14 günde 16 Avrupa ülkesi gezerek bir rekora imza atmışlardı. Türkiye, her kurum ve kuruluşu ile Avrupa Birliğine bu kadar istekle götürmek isteyen bir partiye hiç bu kadar şahit olmamıştı. Aslında Avrupa Birliği ülkeleri de bu iktidarın bu kadar istek ve arzusuna bir yerde anlam verememişti. Çünkü medeniyetli ve demokratik görünümlü bazı ülkelerin katı milliyetçi tutumları, Türkiye’nin bu katılma isteğine karşı çıkarak hem tarih belirlemek hem de imtiyazlı ortaklık teklifinde bulundular.

Fransa'nın o zamanki İçişleri Bakanı olan Nicolas Sarkozy " Türkiye'nin yeri Avrupa'nın içi değildir, onlarla ortak bir pazar kuralım ama entegre etmeyelim " sözleri ile karşı olduğunu ilân etmesine rağmen bundan hiç ders almayan AKP iktidarının bu kadar katılımcı olma isteğine anlam vermek mümkün değildir.

AKP iktidarının Avrupa Birliğine girmeye bu kadar istekli oluşuna karşılık olarak bazı demokratik düzenlemelerin yapılması ve Kopenhag kriterlerinin hayata geçirilmesi istendi. Avrupa'nın bu istemlerini yerine getirebilmesi için siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda çok ciddi değişikliklere gidilmesi bu zamana kadar katı bir şekilde korunan bazı meselelerin önünün açılması gerekiyordu ki, bu bazı çevreler tarafından hiçte kabul görmedi. Mevcut kanunlarımızı Avrupa’dan almamıza rağmen, bizi kendi içlerine almamalarının asıl amacı başka şeyler olmalıydı. Kürtlere bazı temel hakların tanınması öne sürülürken azınlıklar meselesini gündeme getirmeleri ve Ermeni soykırımını dayatmaları istenen değişikliklerdi. Türkiye özellikle Kürtlere uyguladığı politikalarını ve zulme varan uygulamalarını hiç yapmamış olsaydı bugün böyle bir dayatma ile karşı karşıya kalmamış olurdu. Gerçi batılılar Kürtlerin haklarını savunurken onların karakaş ve kara gözleri için olmadığını biliyoruz ama birileri hala anlamazlıktan geliyor!

Avrupa Birliği ekonomik açıdan hayat standardının yükseltilmesini, ücretlerin ve sosyal hayatın daha da iyileştirilmesini isterken, IMF'de kemer sıkma ekonomik yaptırımlarını devreye sokması için stand-by antlaşmalarıyla AKP iktidarını zorlamaya başlamıştı o dönemde. İki ateş arasında kalan iktidar, tecrübesizliğin vermiş olduğu becerisizlikle her adımda dökülürken hem kırmızıçizgilerini çiğnetti hem de çok organize olmuş bir yapının hegemonyasına girerek kendilerini onların anaforuna terk etti.

Amerika'nın Irak'ı işgal etmekle başlayan yeni süreç içinde AKP iktidarı, siyasi platformda ülkenin itibarını ve kırmızıçizgilerini çiğnetti. Türk askerinin başına çuval geçirilmesi ile geçmiş tarihi misyonu ve İslâm medeniyetinin onlara vermiş olduğu itibar ile hiç bağdaşmayan ve çok onur kırıcı bir durum ortaya çıkmıştı.

AKP'yi iktidar yaparak destek veren dış güçlerin ve özellikle Siyonist organizenin emrindeki Amerika’nın asıl hedefi, İslâm dünyasında başlayan Kuran’a dönüş hareketinin mecrasını değiştirmekti. Bunun için mevcut bütün imkânlar seferber dilemek suretiyle harekete geçildi. 1928'de Mısırda Hasan El-Benna'ın önderliğinde ortaya çıkan " İhvan-ul Muslimin ", 1930'lu yıllarda Pakistan’da Ebul-ala El- Mevdudî'nin " Cemaat-ı İslâmi ", 1969'da Necmettin Erbakan'ın " Milli Görüş Hareketi " ve 1979 yılında da İmam Humeyni rehberliğinde İran'da yapılan " İslâm İnkılâbı " Siyonizm’in uykularını kaçırdığı gibi Amerika’yı da bu konuda harekete geçirdi.

İslâm İnkılâbı’nın bütün İslâm âlemine yayılmaması için harekete geçen Siyonist organize, bütün dünya'ya İran'ı hedef göstererek terörist bir devlet olduğunu ilan etmeye çalıştı ve halen de çalışmaya devam ediyor. 1996'da iktidar olan Erbakan Hoca'nın en önemli icraatı D-8 projesini hayata geçirmek oldu. Bu konuda kendisine içtenlikle destek veren İran İslâm Cumhuriyeti'nin bu tavrı Siyonist organizeyi harekete geçirdi. İslâm âleminin bir pakt etrafında toplanması demek, batılı güçlerin hayat damarı olan petrol'ün kontrolünün asıl sahipleri olan Müslümanların eline geçmesi demekti ki, bunu kabullenmeleri asla mümkün olmayan bir şeydi.

Bu oluşumun önünü alabilmek için çeşitli ayak oyunlarıyla Erbakan iktidardan indirilirken, partisini de içten çökertme yoluna gidildi. İşte AKP'nin asıl ortaya çıkış sebebi de budur. Geçen yazılarımda AKP'nin nasıl kurulduğunu ve kimlerle nasıl organize olduklarını anlatmaya çalışmıştım, fakat her ne hikmetse yazdıklarım farklı mecralara çekilerek tamamen nefsi ve şahsımı kötüleyici yorumlara yer verildi.

Gerek İran İslâm Cumhuriyetinin, gerek Erbakan Hoca'nın İslâm âlemini toparlama gayretleri için çalışmaları Siyonistler tarafından engellenirken, hiç boş durmayan Siyonist organize de alternatif çözümler üretmeye gayret etti. D-8 projesinin etkinliğini kırabilmek amacıyla Arabistan'ın Cidde kentinde, Arap sermayesinin buluştuğu Ekonomik Formu düzenleyen ABD, Erdoğan'a şunu söyletmeyi başardı. Şöyle diyordu Erdoğan " İslâm Ortak Pazarı'nı doğru bulmuyorum. Etnik, dini, coğrafi kökenli birlikler kamplaşma yaratır. " diyebilecek kadar kendisine verilen rotaya uyum gösterir. Erdoğan'a şunu sormak lazım "acaba deniz aşırı bir yerden gelerek dünyanın her tarafında kendi menfaatleri doğrultusunda her türlü ticari organizeyi kuran, farklı milliyetlere bağlı insanları ve farklı coğrafyada bu çalışmaları yürüten, bunu sadece Müslümanlardan esirgeyen ve bunu sizin vasıtanızla engellemeleri bir insafsızlık ve bir zulüm değil midir?"

AKP, İktidara geldikten sonra yaptıkları uygulamalarını sıralayarak konumuza devam edelim.

1- Avrupa Birliğine girebilmek uğruna yapılan bütün çabalara rağmen bu güne kadar elle tutulur bir başarı elde edilemediği gibi hevesler kursaklarda kaldı.

2- Irak'ı işgal eden ABD, Türkiye’nin bütün kırmızıçizgilerini yok sayarak askerlerinin başına çuval geçirdi,

3- 1 Mart 2003'te meclisten geçmeyen teskereye karşılık olarak ve ABD'nin dayatmasına 2. teskereyi geçiren iktidar, İngiltere ve İspanyadan kalkan B-52 ve diğer bombardıman uçakları, Türkiye hava sahasını kullanarak ve İncirlikten yakıt ikmali yapmak suretiyle Irak'ın Müslüman halkının bombalanmasına izin verdi. Bu konuda açıklama yapan MSB Vecdi Gönül, 4990 sorti gerçekleştiğini söyleyerek, ABD'ye nasıl bir emir eri olduklarını ispatladı.

4- BOP çerçevesi içinde ve özellikle Siyonist İsrail’in emellerinin gerçekleşmesi uğruna ABD'nin emrine 6 havaalanı ve 7 liman tahsis edilerek Müslümanların kanlarının akıtılması ve işgal sınırlarının genişletilmesine zemin hazırlandı.

5- Avrupa Birliğine girebilme uğruna, Siyonist Yahudi ve Hıristiyanların işbirliği çerçevesinde organize ettiği "Dinler arası diyalog, dinler bahçesi ve medeniyetler buluşması" gibi tamamen inançlarımıza zırh giydirme gayreti içinde olan bu projeye inanarak destek verme şerefi de AKP’ye nasip oldu. Dinimizi bir din olarak kabul etmeyen, peygamberimizi bir peygamber olarak görmeyen bu şer ittifakıyla hangi zeminde bir arada olabiliriz!

6- Kıbrıs konusunda mevcut teamüllerin aksine ve bu güne kadar verilen nice değerlere rağmen, 900 sayfadan oluşan Annan planı olarak önlerine konulan emirnameyi hiç okumadan kabulü için Kıbrıs hükümetini sıkıştıran AKP iktidarı, istenilen neticeyi alamamasına rağmen, Rumların isteklerine evet demedikleri müddetçe AB'ye alınamayacakları önlerine konmasıyla diplomaside de sınıfta kaldılar.

7- Seçim meydanlarında IMF ile ilişkilerinin olmayacağını en yetkili ağızlardan duyuran AKP, işbaşına gelir gelmez Ecevit zamanında bir müstemleke valisi gibi gönderilen Kemal Derviş'in ekonomik kuralları harfiyen bugüne kadar sürdürülmesine rağmen, ekonomiyi tozpembe gösterme gayretine girmeleri de halkını aptal yerin koymaktan başka bir şey değildir.

8- Tüpraş, T.Telekom, Galataport ve Bankaların %40'a varan satışları değerlerinin çok altında olmasına rağmen, alınan paralar bugüne kadar alınan kredilerin faizlerine gitti. Örneğin; Yunanistan Telekomu bizimkinin kapasitesinden az olmasına rağmen 10 katı fazlasına satıldı. Tüpraş'ın %14.76'sını ihalesiz ve kamuoyundan gizlenerek Yahudi sermayedar Sami Ofer'e satıldı.

9- Mason olduğunu açıklayan Antalya milletvekili Mehmet Dülger, kendisi ile birlikte 37 milletvekili arkadaşının da mason olduğunu açıkladıktan sonra "İsrail ile 60 tane antlaşma yaptık, bunu 37 tanesinin yürüklükte” olduğunu açıklamaktan hiç çekinmedi.

10- Avrupa müktesebatı içinde bir kavmin yok olmasına sebep olan eşcinselliğe onay verildi.

11- 13.03.1926 tarihli resmi gazetede 765 sayılı kanunla yasaklanan zina suçu yürürlükten kaldırma şerefi de AKP iktidarına nasip oldu.

12- Avrupa Birliği normlarına göre domuz ve at eti kırmızı et statüsüne alınarak serbest bırakıldı.

13- Başörtüsü namusumuzdur demelerine rağmen cesaretsiz davranışları neticesinde çıkmaz bir duruma sokularak belirsizleştirildi.

14- Davosta İsrail C.Başkanına “Siz adam öldürmeyi iyi biliyorsunuz” sözünü söylemesine rağmen moderatöre dönüp “ ONE MİNUTE” yani bir dakika demekle Siyonist C.Başkanına söylediği sözü ertesi gün örtmeye çalıştı ve arkasından hedefine moderatörü koydu.

15- Mavi Marmara gemisi ile Filistin’e götürülmek istenen yardım için İstanbul’dan gemiye binenler içinde AKP vekilleri olmasına rağmen Antalya’da bu vekiller indirildi. Zira geminin İsrail tarafından vurulacağı önceden planlanmıştı. Bu vurulmada şehit olanların kanı üzerine İsrail’e haklı bir gerekçe ile çatan ve bunu dünya gündemine getirerek bir lider profili çizilecekti. İşte bu Erdoğan’dı. Çünkü kendisinin ABD tarafından iktidara getirildiği söylemini kırmak için ve haklı bir gerekçe ile İsrail’e çatan bir lider nasıl Amerikancı olabilirdi düşüncesini yaymaktı ve öyle de gerçekleşti. Yani Mavi Marmara olayın Erdoğan’ın İslam dünyasına arkasından gidilecek bir lider olduğunu göstermekti…

16- Erdoğan Mısıra yapmış olduğu gezide Mısır yetkililerine anayasalarını laik bir anayasa olarak benimsemelerini istedi. Bu konuda Mısırın önemli âlimlerinden olan Şeyh Mustafa El-Advi; “Erdoğan eğer bize ekonomi ile ilgili tavsiyelerde bulunursa bunu alır ve kabul ederiz. Ama laiklik ile bize bir tavsiyede bulunuyorsa biz laikliği kâfirlik olarak biliyoruz. Bu konuda kendisi tecdidi iman ve tecdidi nikâh etmesi gerekiyor”. (Bknız; Youtube Şeyh Mustafa El-Advinin Erdoğan’a cevabı)

17- Bundan bir hafta evvel Torba Yasası arasına sıkıştırılan ve Nefret Yassı olarak adlandırılan bir yasa geçirildi. Bu yasaya göre Siyonistlere, eşcinsellere ve Hıristiyan misyonerlik vazifesi görenlere kin ve nefret söyleminde bulunanlara iki yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Bu yasaya göre Kur’an (haşa) suç kitabı olacak, zira Allah’ın lanetlediği Yahudilere bu ayetler ile hitap etmek ve bunu yayın yoluyla söylemek suç teşkil edecek. Acaba AKP severler bu yasaya ne diyecekler gerçekten çok merak konusudur.

Konuyu maddeler halinde sıralayıp uzatmak mümkündür, fakat ne kadar uzatırsak da onlar bildiklerini okumaktan vazgeçmeyecekleri ortadadır. Özellikle Ergenekon gibi bir oluşumun AKP'nin eliyle ortaya çıkması, partiyi daha da güçlendirdiği gerçeğini unutmayalım. Hiç kimse ABD'nin bu konu ile ilgisiz olduğunu düşünmesin, çünkü Ergenekon oluşumunun varlığı AKP'den eskidir ve ABD'nin kontrol ettiği bir yapılanmaydı. Ortadoğu projesinde sistemin Ergenekonvari ve çok katı Kemalist bir kafa yapısı ile bu projede yer alması pek mümkün görülmediği için ipi AKP'nin eliyle Ergenekon çökertildi.

Gelinen son noktada Cemaatin varlığı Erdoğan ve partisini zor duruma soktuğu gözlemleniyor. Şu ana kadar ABD’nin desteği ile iktidar olan AKP bundan sonra kendi öz tabanını oluşturmak ve iktidardan düşmeme telaşına kapılacak. Ama bu onları ANAP’laşmaktan kurtaramayacak.

Müslümanlar olarak biz şuna inanıyoruz, her ne kadar topraklarımız işgal edilse de, insanlarımız katledilse de birçok derecikler oluşturarak İslâm nehrine akmaya devam edeceğiz, tek dayanağımız âlemleri yoktan var eden Cenabı ALLAH’TIR.

Gelecek yazımda AKP ile başlayan süreç ile yapılanları anlatmaya devam edeceğim. Zira batılın eli ile İslam’ın gelemeyeceği gerçeği ile yüzleşmemiz gerekiyor….

Selam ve dua ile.