27 ARALIK 1936
"Allah (c.c) bir daha bu millete İstiklal marşı yazdırmasın" diyen milli şairimizin vefat yılı.
Genç nesle, hani o yere göğe sığdıramadığımız ASIMIN NESLİ ne
Ölüm tarihini sorsak, acaba bilirler mi? 
Bilmezler!!!
Neden vatanını terk ettiğini? bilmez.
Niçin yıllarca gurbet elde aç, açıkta, yorgun ve mahzun yaşadığını, bilmez.
Neyi biliriz?
Ne kadarını biliriz? 
Bilmediğini dahi bilmez.
Biliiiir, biliiiiir. 
Neyi bilir bilirmisiniz?
Milli Şair!!!
İstiklâl marşı şairi!!!
Çıplak  bir tabut ve üzerinde!!!
O kadar!!!
Sonrası? 
Sonrasını ne biliriz, nede sorarız.
Zira gerek yoktur.
Sonrasını  sormayız.
Sonrasında...

"İstiklâl marşı para ile yazılmaz" diyecek kadar alicenap, yüreği ve bütün kılcalları  ile vatan, millet ve din sevdalısı kahraman zatın evladı varmıdır? Varsa,
Ne yerler?
Ne içerler?
Nerede kalırlar?
Nasıl yaşarlar? diye önce kendimize sonra birilerine sorduk mu acaba?
"Sahi geride bıraktıkları varmı?" diye aklımızın ucundan dahi geçti mi?
Geçti ise neler yaptık?
Sahi yaptık mı?
Bence hiç bir şey yapmadık.
Ya sizce????
Zira o milli şairdir.
İstiklâl Marşı şairidir.
KORKMA ...

Bundan 10 yada 15 sene önce biraderimin Güzelbahçe İlçe Müdürlüğü yaptığı dönemde tiyatro ve sinema sanatçısı Ahmet EĞİLMEZ beyefendiyi Güzelbahçe ilk orta ve lise öğrencilerine  MEHMET AKİF tiyatrosunu getirmişler ve ilçeye bağlı okullarda bu tiyatro gösterilmiş, bende davete icab etmiştim. Hiç unutmam o gösterinin bitiminde Ahmet EĞİLMEZ bey âdeta yaralı bir ceylan, bir aslan gibi merhumun kaldığı otel odasının müze olarak restore edilmesi ve halka açılması için nasıl çalıştığını buna karşılık ise devlet ricalinin nasılda kayıtsız kaldığını anlatmış idi. Yakın bir zamanda sanatçının bu hayalinin gerçekleştiğini görünce gözlerim dolu dolu oldu. 
..........
Mehmet Akif Ersoy'un vefat ettiği ev müze oluyor. İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un ömrünün son günlerini geçirdiği ve vefat ettiği İstiklal Caddesi'ndeki Mısır Apartmanı'nın dördüncü katındaki daire, "Mehmet Akif Ersoy Müze Evi"ne dönüştürülecek. (20.12.2018)
.................

Elhamdulillah. Demek ki oluyormuş.

İki gündür bu yazıyı yazmadım.
Sabrettim.
Bekledim.
Birisi çıkarda VEFA! VEFA! VEFA! der diye bir yazı bekledim.
Gene her zaman ki gibi kolayına kaçtık ve tribüne oynadık.
ÇIPLAK TABUT! dedik
AKİF GENÇLERİN OMUZUNDA! dedik.
............. dedik.
..............dedik.
Dedik demesine de......
Vatana hizmet etmiş bugün dahi kenarda, köşede, belki yokluk, belki kıtlık, belki....

"Bir el" bekleyen kaç vatansever evladının çocukları torunları  daha vardır? diye hiç düşünmedik, aramadık, araştırmadık.

Acaba kaç kişiyi daha çöp konteynerinden çıkarıp
"bu ....... evlâdı, 
bu ......eşi, 
bu .....torunu " gibi lafları söyleyeceğiz.
Kahramanları ve onların emanetlerini
............VEFA, ÇÖP KONTEYNERİ' nden mi ÇIKARACAĞIZ.

İnsan aklı...
Unuturuz...
Unutmak isteriz.
Şimdilerde hep söylüyoruz yaaa.
UNUTMAYACAĞIZ!
UNUTTURMAYACAĞIZ!
İşte unutulmaması
unutturulmaması gereken GERÇEK BİR VAKA.
Buyrun.
OKUYUN VE OKUTUN...
..........

Gazeteci-Yazar Çetin Altan, 2006 yılı başlarında SkyTürk´te bir bayram sabahı katıldığı programda açıkladı.
Çetin Altan, Mehmet Akif´in oğluyla ilgili yaşadığı o gözleri yaşartan anları 4 yıl önce şöyle anlatıyordu;

“.....
Size bir anımı anlatayım. 1966 sonları, bir öğle sonrası odamdayım. ‘Sizi biri görmek istiyor’ dediler. ‘Buyursun’ dedim. İçeri tıraşı uzamış, üstü başı bakımsız, yaşlıca, çelimsiz bir adam girdi. Hazırolu andıran bir duruş ve hafif bükük bir boyunla; ‘Bendeniz Mehmet Akif’in oğluyum’ dedi. Bir anda ne olduğumu şaşırdım. Nasıl şaşırdım bilemezsiniz. Eski bir dostluk havası yaratmak istercesine; ‘Oooo buyurun buyurun, nasılsınız?’ türünden bir yakınlık göstermeye çalıştım. O, tavrını bozmadı; ‘Rahatsız etmeyeyim, sizden ufak bir yardım rica etmeye gelmiştim’ dedi. Gökler mi tepeme yıkıldı, yer mi yarıldı da, ben mi yerin dibine geçtim; doğrusu fena, allak bullak oldum. Ve tek yapabileceğim şeyi yaptım, cüzdanımı çıkartıp uzattım. O, bükük boynuyla: ‘Siz ne münasip görürseniz’ dedi. Cinnet cehennemlerinin tüm yıldırımları düşüyordu yüreğime. ‘Durun bakalım neyimiz varmış’ gibilerden cüzdanı açtım; içinde ne varsa çıkardım, fazla bir şey de yoktu, elimde tuttum. Bir iki adım attı. Sanırım sadece bir 10, yahut 20 lira aldı. ‘Çok çok teşekkür ederim, rahatsız ettim’ dedi ve çıktı.
Aradan bir ay geçti geçmedi; gazetelerde küçük bir haber ilişti gözüme: 

BEŞİKTAŞ ’TAKİ çöp BİDONLARINDAN BİRİNDE MEHMET AKİF ’İN OĞLUNUN ÖLÜSÜ BULUNMUŞTU! "

Çetin Altan´ın anlattığı bu hatıranın sonundaki şu sözleri ise fazla söze gerek bırakmıyordu;
"Mehmed Akif’in oğlunun ölüsünün bir çöplükte bulunduğunu çoğu kimse bilmez! Bu bakımdan burada, kendini devletin sahibi olarak görenlerin, devleti yönetenlerin, vatanı sevenleri ne kadar sevip sevmediği konusu da çok önemlidir!”

UNUTMAYIN
UNUTTURMAYIN.
VEFA BİR ÇÖP KONTEYNERİ İSMİ OLMAMALI.

Sahi hiç aklınıza geldimi,
İskilip Atıf Hocanın,
Rauf Orbay'ın
Fahrettin Paşa'nın bugün hayatta olup yaşayan hanımı, çocukları, torunları vs varmıdır?
Varsa neler yapıyorlar?
Nerelerdedir?
Ne yerler
Ne içerler?
Ne ile geçinirler?
Yoksa gene bir haber ve
RAUF ORBAY'IN OĞLU, BİR ÇÖP KONTEYN
ERİN İÇERİSİNDE BULUNDU.

Sahi yaaa
VEFA YOKSA BİR ÇÖP KONTEYNERİN İSMİ Mİ?

Selâm ve dua ile