Wan; beyaz gelinlik içindeki tutkudur.

Karanlığı aydınlatan, gökyüzündeki yıldızı ışıldayarak yayandır.
Wan; baharın mor menekşesidir.
Wan; özgürlüğün türküsünü söyler mısralarında,
Ve sonsuzluğa giden özgürlüğün mavisidir Wan.

Yeni doğan bir bebek ile bir şehrin gelişmesi arasındaki tek fark bebeğin doğması, şehrinde ezelden beridir var olmasıdır. Yeni doğan bir bebeğin hayat mücadelesi hep hırpalamakla geçer. Yüzlerce kez ayağa kalkıp düşer, yürümeye çalışır. Her ayağa kalktığında yenilgiyle sonuçlanan bir mücadele olur. Bebeğin yürümeye olan inancı ve mücadelesi devam eder. Düştükçe inatlaşıp zafer elde etmek için; yeniden kalkmaya ve yürümeye olan arzusunu dile getirmeye çalışır. Hayata olan yaşama sevincini ve inancını hiç yitirmeden devam ettirilir. Eğer bu bebek birkaç saniyeliğine bile olsa ayakta durup ve bir santim yürüyerek yürüme arzusunu başarmışsa; o zaman bütün Dünya onun olur. Kendini savaş meydanında yenilgiyle sonuçlanacak bir savaşın bir anda çarklarının tersine dönmesiyle zaferi kazanan komutana benzetir. Yenilgiyle sonuçlanacak bir savaşın çarklarını tersine döndürmek kolay değildir. Eğer bu çarkı tersine döndürmeyi başarırsanız o zaman tarihin silinmez sayfalarında isminizi altın harflerle yazarsınız. Evet, Wan’da bu bebek gibi büyüyerek gökyüzünün semahlarına sığmadı. Adını tarihin sayfalarına çarkı ters döndürüp te yazdı.

Wan dünyanın hızla gelişimi karşısında kendi iç dünyasına kapılıp gelişimini bir türlü gerçekleştiremedi. Dünyanın gelişimi karşısında hep kendini yabancılaştırdı, kendini yabancı hissetti, yabancılaştırıldı ve dışlandı. Aslına bakacak olursanız Wan dünyanın en iyi ve en cesur çocuğu- delikanlı şehriydi.

Hepimiz insanız, hepimizin umutları var yarına dair. Bu umutlarımızı var etmek ve gerçekleştirmek için; hep deriz ya: “Güneş bir gün mutlaka bizim için doğacak.” Wan’da o günü bekledi. İnatla bekledi. Ve o gün geldi, ürkekçe kapıyı çaldı Güneş. İsmini o güne kadar bilmeyen Wan, dünyaya ismini öyle bir duyurdu ki. Hem de hiç silinmeyecek bir şekilde hafızalara kazıttı. Tarihin tozlu sayfalarına, kitaplardaki sarı sayfalarının arasına, yerin yüzlerce metre derinliklerine, gökyüzünün gümbürdeyen şimşeklerindeki ışıklara ismini yazdı. Hem de kocaman büyük harflerle WAN diye.

Wan’ın ismini yazdığı tarihin sarı sayfalarındaki soluğuyla merhabalar;

Malumunuz o dur ki; bir zamanlar Wanlı olduğumuz için kendimizi tanıtmakta zorluk çektik, ötekileştirdik. Wanlı olduğumuz için korktuk ve biz her yerde kendimizi yalnız hissettik. Biz yalnız olmasak ta bizi yalnızlığa mahkûm edenler oldu. Hayata dair olan inançlarımızı hep kırdılar. Bizim en kutsal hakkımız olan anadilimiz ve düşünce hürriyetimiz yasaklandı. Hal böyle oluncada kendimizi ifade etmekte zorlandık. Ancak tarihler 23 Ekim 2011’i saatte 13.41’i gösterdiğinde değil sadece Türkiye, bütün Dünya tanıdı WAN’ı ve Wanlı’yı. Artık vardık, var olmuştuk, herkes biz olmuş, herkes bizi konuşuyor ve herkes an be an bizi anlattı televizyon kanallarında. Tarih boyunca yüreğimize sakladığımız sesimizi, çığlığımızı yerin derinliklerinden bağırarak gökyüzünün semahlarına kadar yükselttik. O ses, o çığlık yerin derinliklerinden, gökyüzü semahlarında hiç çıkmayacak. Hep kulaklarımızı çınlatacak.

Evet, o günlerde yani; 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde sesimizin yükseldiği o iki büyük depremini yaşadık. 7.2 ve 5.6’lık şiddetindeki depremlerde bakanlığın açıkladığı verilere göre; 604 ölü, 4152 yaralı ve 2262 enkaz altında kalan can oldu. Binlerce ev ve işyeri yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Binlerce insan evsiz kalıp sokakta yaşamak zorunda kaldı, sonbaharın o çetin soğukluğuna ve kışın şiddetli karıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Binlerce insan o soğukta çadır ve konteyner kentlerde yaşam kalıp yaşam mücadelesi verdiler. Ayrıca depremin acısına birde o çadırlarda yanan çocukların acısı eklendi. Herkesin bir evi, sıcak bir lokma ekmeği, bir tas çorbası varken; o dönemde Wanlı’nın olmadı. İnsanlar kaderlerine terk edilmiş bir hale getirildi. Soğukta donan insanlar oldu, susuz elektriksiz kalanlar oldu. Dünyadaki gelişmeleri unutup; kendi kaderini yaşamayı seçip giden onlarca Wanlı oldu.

3 yıl geçmesine rağmen hala Wan Depreminin izleri insanların zihninde canlı olarak vardır. O psikoloji yaşamları boyunca onlarla olacaktır. Depremin izlerine yer yer rastlamak halende mümkündür. Wan Depreminin unutulmaz iki ismi vardı. Bunlardan biri “Azra Bebek (Azra Karaduman)” daha 14 günlükken depremle tanıştı ve 46 saat sonra enkaz altında sağ olarak kurtarıldı. Şimdi 3 yaşında olan “Azra Bebek” dedesiyle yaşayıp hayat mücadelesini devam etmektedir. Depremin bir diğer simgesi ise; 13 yaşındaki Yunus Geray’dır. Günlerce enkaz altında hayat mücadelesini sürdüren Yunus, sağ olarak enkazda çıkarıldı. Mucize bir kurtuluşla enkazda çıkarılan Yunus tedavi için Erzurum’a götürülürken hayatını kaybetti. Depremin izlerini silmek kolay olmayacak. kısa bir süreliğine de olsa Wan ölü bir şehir oldu. Zamanla yeniden diriltti kendini. Gelişimine kaldığı yerden devam etti. Ayakta kalmayı başardı gelişmişlik düzeyine yeni şeyler ekleyerek yaralarını sarmaya çalışıyor.

Ölen canlarımızın hiçbiri geri gelmese de onlar her zaman bizim gölümüzde ve çığlıklarımızı yazdığımız gökyüzünün altın yıldızlarında yaşayacaklar. Onları bir kez daha rahmetle yâd ediyorum.

Bir kez daha hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, acılı ailelerine baş sağlığı dileklerimi yeniliyorum. Depremi yaşayanlardan biri olarak Wan ve Erciş Halkının büyük emekleri önünde saygıyla eğiliyorum. Yüce Allah’tan niyaz ederim ki; böylesi acıları ve acılı olayları yaşamayız.