İhsanoğlu'nun ismi açıklanana değin CHP ve MHP'nin geçmiş performansına bakıp bir tahmin yapacak olsaydınız, yine, kazanmak bakımından umut vadetmeyen bir aday ismini ortaya koyacaklarını ya da daha başından yenilgiyi kabul ederek Anayasa Mahkmesinin kapısının aşındırmak için çalışmalara başlayacaklarını düşünürdünüz. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP'nin Sabahattin Çakmakoğlu'nu aday göstermesi (70 oy almıştı), CHP'nin ise 367 meselesinin arkasına sığınarak fiilen sadece sonucu ertelemesi, üzerine de iflah olmaz militarist gizli elin e-muhtırası ile yakın dönem Türkiye siyasetinin bir klasiği yaşandı. Elbette o zaman Cumhurbaşkanını halk seçmediği için mecis aritmetiği hayati öneme sahipti ve o gün ile bugünü karşılaştırmak belki isabetli olmayacaktır. Ancak ister seçim, ister referandum ister başka bir siyasi yarış olsun gelinen son nokta itibariyle bu iki partinin Eklmeleddin İhsaoğlu ismini ortaya çıkarması aslında daha derin anlamlar ifade etmektedir. Bunun bir zihniyet değişimi olduğunu düşünmek iyimserlik için erken davranmak olabilir ancak şu hali ile bir kabulün, hatta bir siyasi hidayetin var olduğu söylenebilir.

Bu bir siyasi hidayettir nitekim bu iki parti kendi içlerinden dahi birini aday gösterememenin ve “organik bağları” olmayan üçüncü bir şahsı aday göstermenin risklerini peşinen kabul ederek  en azından kazanma ihtimali yabana atılmayacak birini işaret etmişlerdir ki bu birinci kırılma noktasıdır. İkinci kırılma noktası ise daha önemlidir; İhsanoğlu dünya görüşü itibariyle CHP'ye tamamen zıt, seküler olmayan bir şahsiyettir (Medyada satır aralarında İhsanoğlu'nun opera da dinlediği vurgusu bu arayı kapatmak içindir. Her ne kadar opera dinlemekle seküler olunmasa da Opera Türk tipi standart muhafazakarlığa göre ılımlılık için özenle seçilmiş bir indikatördür).  MHP'ye zıt tarafı ise malum İhsanoğlu'nun belirgin milliyetçi kodlar içermemesidir. (MHP için bu cidden önemlidir çünkü tam da şu sıralarda Irak'taki sorunların içerisinde, insan ölümleri ya da müslüman ölümleri gibi geniş kapsam yerine, Türkmenlerin Peşmerge karşısında yaşadıklarını vurgulamaktadır)

CHP'nin volatil olmayan bir görüş çizgisi eğer mevcut olsaydı, İhsanoğlu'na olan desteklerini kendi politikalarını inkar olarak ele alabilirdik ancak bu fikrin CHP'nin tabiri caizse sabah uyandığında aklına esen yeni bir “deneysel çalışma” olma ihtimali yüksek. Yine de bu inkar hiç yok da değildir. Nitekim daha şimdiden CHP içinde çatlak sesler duyulmaktadır (kendi içlerine haklı da olarak).

Malum; Türkiye'deki mevcut seçim sistemi çerçevesi içerisinde, eğer kazanmak istiyorsanız kırmızı çizgilerinizi biraz genişletmeli, ayrıca içeriye giriş için ek kapılar açmalısınız. Dahası kırmızı çizgilerinizi genişlettiğiniz toplumun gözüne formel olarak sokarak değil (Çarşaflı hanımlara CHP rozeti takmak ya da hiç ihtimal yokken Hakkari'den MHP Belediye Başkan adayı çıkarmak gibi) gerçekten buna tabanınızı ve daha önemlisi kendinizi ikna ederek ulaşabilirsiniz.  Burada sözkonusu iki partinin belki kırmızı çizgilerini genişleterek değil de biraz unutarak, ancak nihayet bu kez pragmatik ve kazanmaya dönük hareket ettiğini görebilmekteyiz.

Gelin görün ki yer Türkiye olunca kırmızı çizgilerinizi Fırat'ın ötesine de genişletmeniz gerekir. İşte burası bu iki parti için kader anıdır. HDP'nin “kendi adayımızı göstereceğiz” ya da  “MHP ile aynı adayı destekleyemeyiz” beyanatları, niyetleri öyle midir bilinmez ama en azından Erdoğan'ın düşürmeye dönük özel bir inatlarının olmadığını düşündürüyor. Evet HDP Erdoğan'a dönük bir muhalefet sergilemekte ama bunu inada dönüştürmemektedir. Bu dengeli tutumunun altında yatan şeyi tahmin etmek güç değil: Çözüm süreci.

Çözüm süreci ile ilgili ontolojik tartışmalara girmeden sırf retorikte ve bugüne kadar kimine göre arpa boyu yol almış kimine göe devrim niteliğindeki işler (Silah bırakma/Ateşkes, TRT6, Kürtçe'nin üzerindeki fiili yasakların ve önyargıların aşılması, Kürtçe yayın hakkı vs.) kuşkusuz Erdoğan'a karşı muhalefet içinde dahi olunsa, HDP ve Kürtler kanadında ağır bir top olarak varlığını koruyor. Yani çözüm süreci HDP ve belki AKPARTİ için siyaset üstü.

Dolayısıyla başka bir aritmetik (2007'den hatırlayalım) halen kalmadıysa,  Kürtlerlerin tutumu  önemli ölçüde belirleyici olacaktır (İlla Erdoğan'a oy vermeleri gerekmez. İhsanoğluna oy vermemeleri de Erdoğan için yeterlidir). Anayasa referandumunda Kürtlerin referandumu boykotunda da buna benzer bir “pasif belirleyicilik” rolü idi. Kabul etmek gerekir ki gayet de profesyoneldi.

Şimdi, CHP ve MHP eğer kırmızı çizgilerini Fırat'ın öte tarafına kadar genişletebilseydi işte o zaman İhsanoğlu'nun kazanması ile CHP ve MHP'nin de yarım asırı aşkın fiyasko zinciri kırılabilecekti.  Yarın, Kürtler dönük ya da Kürtleri de kapsayan anlaşılır bir söylem geliştirmeksizn CHP ve MHP, İhsanoğlu'nun cumhurbaşkanı olsa dahi, elde edecekleri rüzgar iktidar olmak için yeterli güce sahip olmayacaktır.

Irak'da olduğu gibi Türkiye'de de Kürtler için “belirleyici rol oynamak” türünden ifadeler çok mu kulak tırmalayıcı?  Konuşula siyaset, Kürtlerin de artık Türkiye siyasetinin “ayrılmaz bir parçası” olduğu düşünüldüğünde cevap: Hayır.

Her şey resmileşene, saflar belli olana kadar söylenebilecek her şey için erkendir. Nitekim burası “halen” Türkiye...