Karl Marx ile özdeşleşmiş bir kavram var. Muhtemelen sayısız kez duymuşsunuzdur: Yabancılaşmak.

Kavramı çokça ele alan, yazan, üzerine düşünen Marx, yabancılaşma kavramının dört görünümü içinde ele alır. Bu görünümler el yazmalarında sırasıyla şu şekilde ele almıştır; insanın ürününe, üretici etkinliğine, türüne ve diğer insanlara olan yabancılaşmasıdır. Kapitalizm ekseninde bu kavramları ele alan Marx, içinde bulunulan koşulların zaman içinde üreticinin kendi ürününe, insanın karşısındakine yabancılaşması sürecine evirildiğine değinir. Öyle bir süreç olur ki emek verdiği, göz nuru ürününü üreten bir emekçi, gün gelir kendi ürünü olmaktan çıkan ve bambaşka bir ürüne dönüşen ürününün kendisi de yabancısı kalır. Sanırım bu yabancılaşma kavramı şu sıralar insanın olduğu her yerde yaşanıyor. İnsan içinde yaşadığı her şeye yabancılaşıyor, duyarsızlaşıyor, tepkisizleşiyor. Tıpkı bizim kentimize yabancılaştığımız gibi…

***

Yerel yönetimler ile vatandaş arasında bir denetim mekanizması olan gazeteciler ya da basın mensupları gazetecilik sorumluluğu ile haber toplar, bu haberlerin doğruluğunu teyit eder, toplumun genelini ilgilendiren konuları haber yaparak birçok kesimi ‘haberdar’ eder. Bu şekilde halka ‘neyi ve neden bilmeleri’ gerektiği konusunda bilgilendirme sağlamış olur, aynı zamanda da bilinmesi gerekenlerin bilinmesi ile birlikte çözülmesi gereken sorunları da muhatabına iletmiş olur.

Bu nedenle de konular, sorunlar, habere konu olan meseleler bireysel değildir. Basın yayın organlarının yayımladıkları haberler ve ele aldıkları sorunlar ile kent ve kentlinin gereksinimlerini, sosyal ve kültürel alanlarda taleplerini aktarmak için çalışmalar yaparak, kentin bireylerine yaşadıkları yer ile ilgili bilgiler aktararak, yaşadıkları yerin bir parçası olduklarını ve söz sahibi olduklarını hatırlatmaya çalışır. Kentin, Kentlinin ve Kent Basının farkında olması gereken temel etmen, kentin mevcut yöneticilerinin değişkenlik gösterdiği, mevcut kentlinin yönetici olacağı gün geleceği ihtimalinin olduğu gibi mevcut yöneticinin de kentli olacağı gün geleceğidir. Değişmeyen şey bu anlamda bir değişim ve dönüşümün ebedi olduğudur.

***

Değişmeyen bir şey daha var. O da bir kentte kentlileri olduğu ve bu kentlilerin de kente dair sorun, sıkıntı, problemlerini çözme noktasında en az yöneticiler kadar sorumluluk sahibi olmalarıdır.

Bu nedenle de kentli olmak kentine sahip çıkmak sorumluluk almayı, ortak paydada buluşmayı, ortaklaşmayı gerektirir. Bu gerekliliği de kentin sakinleri mevcut yerel yönetimleri, kurumları, kuruluşları yönlendirmesi ve nasıl bir kentte yaşamak istediklerini aleni bir şekilde ortaya koymasıdır.

Unutulmaması gerekiyor ki her ne kadar yöneticiler tarafından idare ediliyor olsa da kentin sakinleri, gün boyunca kent içerisinde hayatlarını idame etmekte, sosyal ve kültürel alanları kullanmaktadır.

Bu alanlarda yapılacak değişiklikler doğrudan kentin sakinlerini ilgilendirdiğine göre kent sakinleri de bu alanlarda söz sahibi olmak zorundadır. Bizlere sorumluluklar düşmüyor mu? Düşüyor elbette…

Mesela biz gazeteciler olarak şunun farkındayız: Basın mensupları olarak biz, haber değeri taşıyan konuları haber yapmak kadar halkın yaşadığı şehre dair bilmesi gerekenleri, sorumluluklarını, problemlerini hatırlatmakla da yükümlüyüz. Hatta kimi zaman toplumun unuttuğu birçok şeyi hatırlatmak da bizim görevimiz. Ve bu kadar arayış içinde zaman zaman detaylarda bile boğulduğumuz çok olur. Ama kente dair yaptığımız çalışmalarla ilgili yaşadığımız ve benim de alanda bulunduğum süre içerisinde eksiklik, yanlışlık olarak gördüğüm ilginç bir durum var. Ve bu durumu size, kentin sahiplerine sunmak isterim.


***

Kapalı kapılar ardından hepimiz çok önemli gündem maddelerini, kenti ilgilendiren konuları çok rahat bir şekilde konuşurken konuşmamız gereken yerlerde kent genelinde, kentin sakinleri, kentin gündemine dahil olmuyoruz.  Gazeteciler olarak kentin sorunlarını duymak ve muhatabına iletmek için mikrofon uzattığımız hemşerilerimizin konuşmama konusunda bazı çekinceleri olduğu kanısına vardım ve bunları kendimce birkaç başlık altında sıralamaya çalıştım:

- İşyeri sahibi tepki çekmemek için konuşmuyor

- Çalışan, işyeri sahibinden dolayı ve sigortasız çalıştığından demeç vermiyor,

- Vatandaş, ‘ben konuşmayayım, başkasına sor, başıma bela almak istemiyorum’ diyor

- ‘Benim memuriyetim var, konuşamam’ diyenler de var tabi…

Bu kesimler konuşmayacak ise, kentin sorunlarının dile getirilmesine ortak olmayacaksa kim konuşacak. Zaten kent dediğimiz kentli dediğimiz kesimler de vatandaş, esnaf ve çalışandan oluşmuyor mu? Kentin gündeminde söz sahibi olmaktan kaçınan bir toplum, sorumluluk almak istemiyor demektir. Kent hakkında herhangi bir şekilde fikir ve düşüncelerini ifade edemeyen bireyler, fikir ve düşüncelerini bir çay molasında söylemekten öteye geçemiyor...

Bugün;

İnşa edilen yapılara tepki veremeyen…

Bozuk yollar hakkında tepki veremeyen…

Çevre kirliliği ile ilgili tepki veremeyen…

Gölü göz önünde kirletilen, kendisi de bu kirliliğe sebep olup tepki vermeyen…

İstihdam alanları ile ilgili tepki veremeyen…

Kayıt dışı istihdam ve fazla mesai ile ilgili tepki veremeyen…

Ciddi bir kesim bulunmakta… Farkında mıyız? Bence farkındayız…

***

Ama sorumluluğa, sıkıntılara, tepkilere ortak olmak gerekiyor. Sorumluluk almak istemeyen bir kentte de önüne ne konulursa onun yenilmesi beklenir, bir süre sonra bu bir kanun haline gelir ötesine gidilmez. Bizim istediğimiz değil, bizim yerimize düşünen kişilerin istediği olur. Biz sadece süreci izleriz. Olması gereken ise bu değil. Sonuç olarak, biz eleştirmeye, sorunları dile getiremeye ve çözüm yollarını aramaya devam ediyoruz, edeceğiz de. Ama bu sürece toplumun bireylerinin de dahil olması, kentin ortak sorunlarını tek ses olarak dile getirmesi önemli. Van’da bunun çalıştığını, işe yaradığını daha önce defalarca gördük. Sosyal medya üzerinde yapılan ortak çağrı ve taleplerin çok hızlı bir şeklide karşılık bulduğunu çok iyi biliyoruz. Kente dair önemli alanlar bu şekilde vatandaşın kullanımına sunuldu. Birçok iş bu şekilde hayata geçirildi. Madem öyle. Bu suç değil, haklı bir talep. Bu yüzden işin içinde olmalı, bir kentli olarak, kentli gibi yaşamayı öğrenmeliyiz. Kentimiz için alkışlamamız gerekiyorsa alkışlamalı, tepki ortaya koymamız gerekiyorken bunu yapmalıyız. Yapıcı eleştirinin iş gördüğü gerçeğinden hareketle yıkmadan, dökmeden, yıpratmadan harcamadan kentin meselelerini konuşmayı yeniden hatırlamalıyız. Geçmişte var olan, son yıllarda unuttuğumuz o alışkanlığı yeniden kazanmalıyız. Son 10-15 yılda çözülmeyen sorunlarda nasıl pay sahibi isek, bundan sonra da geri dönülmeyecek sıkıntılarda bizim de kabahatimiz olmaya devam edecek. Benim meslektaşlarım adına istirhamım da kente dair yaptığımız haberde kente dair ne varsa muhatabına iletilmesi hususunda yanımızda olun, görüşünüzü sunun. Yoksa bu iş bir süre sonra sadece gazetecilerin istediği yorumuyla tepki verilmeyen, görmezden gelinen bir sürecin tam anlamıyla hâkim olduğu bir sürece dönüşecek. Böyle olmasını hiç istemeyiz bence…