Evet gözden kaçan çok şey oldu, sosyal medya yaşananları ve süreci özetler halde. Bilgi çokluğunun yol açtığı bir karışıklıkla beraber, medya görev ve sorumluluklarını yerine getirmekten aciz bir durumda olduğu için dezenformasyon tavan yapmış durumda.

Bu sürecin sonu nereye varır bilinmez ama buradan bir Arap Baharı etkisi çıkarmak çok doğru bir yaklaşım ve beklenti olmayacaktır.

Her şeyden önce çevreci gerekçelerle başlamış olan bu sürecin bir karşılıklı meydan okumaya dönüşmesi duyarlı vatandaşlar için bir tedirginlik alametine dönüştü. Çoğunluğu genç ve iktidar karşıtı bir örgütlenme sergileyen göstericilerin bu noktaya neden geldiğini doğru sorgulamak, süreci tüm makam ve yetkilerden arınarak yalın bir halde değerlendirmek gerekiyor.

Göstericilerin protestosunun iktidara yönelik olduğu kadar muhalefetin muhalefetsizliğine yönelik olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Her ne kadar bu sürecin içinde çeşitli siyasi görüşler görünür olsa ve onlara da provokatör dense de,  onları bir araya getiren olgu ortak siyasi bir damardan ziyade iktidara karşıtı tepki ve öfkeden başka bir şey değil.

Sosyal medya ve basın yoluyla yapılan açıklamalarda savunulduğu gibi ortada tek tip ve tek taraflı örgütlenerek toplanmış bir grup değil, gönüllü toplanmış özü itibarıyla bireysel ve ekolojist tepki tabanlı başlayan bir protesto var.

Muhalefetin bu kitleyi sahipleniyor olması buradan muhalefete yeni ve kalıcı bir kapı açmayacağı gibi muhalefete yönelik sessiz eleştirilerinde birden bire yüksek bir ses tonuna dönüşmeyeceği anlamı taşımamalı, buradan böyle bir mana çıkarılmamalı.

Dün Doğu ve Güneydoğu’da kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımını eleştirmeyenlerin, bugün gaz bombasının arkasına sığınarak siyaset yapma çabalarını gayri samimi ve komik olarak değerlendiriyorum. Doğu ve Güneydoğu’da tepkiler düşük yoğunluklu bir şekilde gösterilir ve peşi sıra klasikleşmiş, vatandaş ‘kaç’ polis ‘tut’ görüntülerine şahit olurduk.

Yalnız unutulmamalı ki bu protestoyu bertaraf etmek için kullanılan yöntemlerin benzerliği son derece yanlış. Gezi Parkı protestosu alıştığımız türden değil, büyük bir sosyal birikmişliğin enerjik ve dinamik dışa vurumunum inatçı bir yansıması.

Uzunca süredir askerin kendi görev alanına çekilmesi ve siyasetle ilişkisinin emir komuta hiyerarşisine bağlanması neticesinde yapılan normalleştirmeler, diğer bir kolluk kuvveti olarak emniyet teşkilatının da yeniden yapılandırılması neticesinde bir yetki ve statü sorunsalını da beraberinde getirdi. Bugün kullanılan aşırı orantısız güç ile Polis teşkilatının bu yeniden yapılanmayla polis-jandarma-asker arası bir yetki kullanma arafında kaldığını rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.                

Yukarıda dediğim gibi buradan bir bahar çıkarmak ve bunu beklemek çok gerçekçi olmayacaktır ama yeni tür bir muhalefetin tohumlarının da Gezi Parkı İsyanıyla atılmış olduğunu iddia etmek daha gerçekçi olacaktır.

İktidarın ve muhalefetin birlikte ele alması gereken en önemli husus halkın onlara rağmen üstlerinde ve önlerinde inisiyatif almış olduğudur. Bu tepkiler katılımcı demokrasinin işlemediğinin, modern yöntemler benimsenmiş olsa bile siyaseten ve zihniyeten merkeziyetçiliğin bu modern kalıplardan çok daha güçlendiğinin apaçık işaretleridir.  

Bu satırları yazarken nedendir bilinmez TTnet üzerinden Facebook ve Twitter hesaplarına erişim son derece ulaşılamaz bir hale geldi.   Her türlü ırkçı söyleve, şiddet uygulamasına karşı durduğumuz gibi temel hak ve özgürlüklerimize karşı yasal çerçeve dışında yapılan her türlü yöntemi de kuvvetlice kınamamız gerekiyor.

Eğer dünya basını bu yaşananları açıkça ve ulusal basın eleyerek ya da yüzeysel bir şekilde ekranlara getirmeyi tercih ediyorsa, özgürlüklerin varlığı ve medya ontolojisi çok yakın bir gelecekte derinlemesine tartışılacak demektir. Başkanlık sistemi ve Yeni Anayasa tartışmalarının bu olayların gölgesinde kalarak ilerleyeceğini ve hatta bu kutuplaşma üzerinden tıkanacağını unutmamak gerekli.    

Taksim meydanında gördüğümüz güruhla aynı fikri dünyayı, inancı paylaşmayabiliriz ama orantısız ve abartılmış güce, özgürlüklere karşı yapılan tüm müdahalelerin karşısında vicdani bir sorumluluk ve demokratik tutumla dimdik durmamız gerekiyor. Unutmayalım ki gelecekte iktidar değiştiğinde o meydanlarda bugünkü iktidarın temsilcileri muhalefet olma adına aynı veya daha aşırı bir muameleye maruz kalabilirler. Buna izin vermemek için katılımcı demokrasiyi geliştirmekten başka bir yola başvurulmamalı!