Hayatın akışı içinde çeşitli yapıdaki insanlarla karşılaşırız. İnsanlar düşe kalka olgunlaşır; kimisi daha çabuk kimi ise daha geç, kimisi de maalesef olgunlaşma sürecine giremez. İnsan olgunlaşınca geçmişte yaptığı hataların farkına varır. Ancak bu durumun oluşması için hatalı olunabileceğinin bilincine erilmesi gerekir. Ruben Chavez şöyle demektedir:

Beş yıl içinde olacağın kişi çoğunlukla bugün okuduğun kitaplara, birlikte olduğun insanlara, yediğin yemeklere, sürdürdüğün alışkanlıklarına ve girdiğin konuşmalara göre şekillenecek.”

Dolayısıyla yaşamadan tecrübe edinmek yaşayarak tecrübe edinmekten daha değerlidir. Bunun da bir yolu yaşanmış hikayeleri okumaktan ve erdemli kişilerin dostluğundan  geçer.

Aşağıda hikayeleştirilmiş ve harmanlanmış gerçek bir yaşam kesitini siz okuyucularımın dikkatine sunuyorum:    

Bir fabrikada çalışan Osman Usta adlı orta yaşlı bir adam vardı. İşine sadıktı. Kimsenin işini ona hatırlatmasına gerek yoktu. İşini daima doğru yapmaya çalışırdı. Çok yorulsa da işini doğru ve sağlam yapmaya dikkat ederdi. Bir gün çok çalışıp yorulmuştu. Ancak iş bitmemişti. Dinlenme hakkını kendinde görmüyordu. Çünkü fabrika seri üretim yapıyordu. Oradan üç yüz kişi ekmek yiyordu. Bir an önce işin bitip fabrikanın faaliyetine devam etmesi gerekiyordu. Çalışma 18 saati doldurmuştu. Başındaki amiri "aman dikkat et, çok yoruldun. Ufak bir hata olursa fabrikanın çalışmasından ziyade senin verdiğin emeğe üzülürüm.” demişti. Ne kadar naif bir söz..19’uncu saatin sonunda iş bitti. Fabrika sorunsuz bir şekilde çalıştı. Osman'ın gözlerinde hem uyku hem sevinç..

Osman Usta fabrikada boş vakitlerde odasında kitap okuyor, personeller de fırsat buldukça Osman Usta’ya uğruyor sohbetinden istifade etmeye çalışıyorlardı.

Osman Usta iyi bir gözlemciydi. Bazı işçiler çalışır gibi yapar işi savsaklardı. Osman Usta bu duruma çok üzülüyordu. Hele bu kişiler arasında namazlı abdestli olanlar onu daha da üzüyordu. Bunlar örnek olması gereken kişilerdi. Bunların olumsuz davranışları sadece kendilerine değil inançlarına da zarar veriyor. Bunlara da doğrudan değil başka yöntemler kullanarak düşündürmeye çalışıyordu. Başarılı olduğu zamanlar da oluyordu başarısız olduğu da. Ama mücadeleden yılmıyordu.

Bir gün Osman Ustanın yanına yeni ve genç bir işçi verildi. Genç işçi çok çalışkan efendi ve terbiyeli biriydi. Osman Usta bu işçiye sezdirmeden onu gözlemliyordu. Hiçbir hatası görünmüyordu. Fırsat buldukça genç işçiye hayat ve iş tecrübesini aktarıyordu. Onu kendinden sonrasına yetiştirmeye çalışıyordu. Çünkü toplumun ve fabrikanın böyle insanlara ihtiyacı vardı.

Bir süre sonra işveren değişti. Yeni işveren kibirli, egoist ve zalim biriydi. Osman Usta yaşını başını almış biriydi. Yeni işveren ona saygı duyuyordu ama çevresine zulmediyordu. Osman Usta belki düzelir diye yeni işverene bir süre sabretti. Ancak işverenin yani patronun düzeleceği yoktu. Osman Usta yemek yediği işe ihanet etmek istemiyordu. Bu nedenle yanına verilen işçinin iyice yetişmesini sağladı. Yetiştiğine kanaat getirince onu karşısına alıp konuştu:

-Ben yaşımı başımı almış bir adamım. Bu yeni patronun uygulamaları beni rahatsız ediyor. Sen iyice yetiştin. Benim yerimi alabilme seviyesine geldin. Artık burayı gözüm arkada kalmadan sana teslim edebilirim. Benim ayrılma vaktim geldi.

Genç ustanın gözleri yaşardı ve:

-Bizi bırakmanıza müsaade edemem. Siz başımızda durun yeter. Bütün işleri ben yaparım, dedi.

Osman Usta bu teklifi bir kaç kere daha söylediyse de genç usta her seferinde Osman Ustayı gitmemesi için ikna etti. Sonunda Osman Usta genç ustaya söylemeden emeklilik dilekçesini hazırlayıp patronun gelmesini bekledi. O gün nedense patronu göremedi. Ertesi sabah işe yine dilekçeyi vermek amacıyla işe gitti. Sabah genç usta işe geldi. Osman Usta’ya:

-Biliyor musunuz dün ne oldu… Akşam saatlerinde patron çağırıp beni sizin yerinize vereceğini söyledi. Ben de yok diyemedim. Aslında böyle bir teklif bekliyordum. (!)

Osman ustanın kendi yerine hep layık gördüğü ve patrona önermek istediği genç ustanın bu davranışı Osman Ustayı hayal kırıklığına uğratmakla beraber ona bir şey demeden elinde emeklilik dilekçesi ile idareye gitti. Giderken içinden şöyle geçiriyordu: Sana konduramadığım davranışı kendine yakıştırdın ya bu da ‘bana Dert olsun!’