El-Harizmi, matematik sahasında tanınmış büyük bir şahsiyettir. Zamanında rüşvet ve yolsuzlukları ile bilinen bir kadı, onun memleketinde göreve başlar. El Harizmi, kadıya hediye olarak gümüş bir pergel götürür.

                                                                                                 

EI Harizmi gittikten sonra kutuyu açan kadı orada pırıl pırıl duran pergelin yanına iliştirilmiş küçük bir kâğıttaki «İki ayağı aynı noktada duran pergel neye yarar” yazısını görür. Okur ama bir anlam da veremez.

Bir gün yolda yürürken kadı, Harizmi'yi görür. Selam verip söze başlar: “Hediyenize çok teşekkür ederim ama hukukla pergeli bağdaştıramadım. Acaba hediyenizdeki anlam nedir?” diye sorar. El Harizmi de cevaben der ki: “İnsan, benliği ve sevgisi ile iki ayaklı bir pergel gibidir. Bu pergelin bir ayağı, hırsların bencilliği, kibri ve bütün insanlık sıfatları ile kendisidir. Öbür ayağı ise sevgisidir. Pergelin sevgi ayağı kendisinden ne kadar açılıp koparsa o kadar büyük bir daire çizer. Dairesi büyük olan kişinin Allah'a yakınlığı da büyür. Mutlu olmak için daireyi olabildiğince genişletmek gerekir.”

Kadı bu sözlerden kastedilen manayı anlar ve şaka yolu ile; “Şu matematikçiler, çoğu zaman felsefe yapmayı seviyorlar” der...

EI Harizmi: “Matematik doğru düşünme sanatıdır” der. “Dokuz kere dokuzu yüz kere hesaplasanız yine de seksen bir çıkar. Ama, beş kadı bir davada beş ayrı hüküm verebiliyor. Halbuki ilâhi adaletin de matematik gibi şaşmaz kanunları vardır. Hakimler benliklerinden kurtulabildikçe bu kesinliğe yaklaşırlar.” (“Bir Nükte Bir Işık” adlı eserden derlenmiştir)

****

Ne kadar anlamlı değil mi? Dokuz kere dokuzu yüz kere hesaplasanız yine de seksen bir çıkar. Halbuki ilâhi adaletin de matematik gibi şaşmaz kanunları vardır. Hakimler benliklerinden kurtulabildikçe bu kesinliğe yaklaşırlar. Aslında doğru tektir. Ancak işe duygular ve nefis girince birden fazla doğru (!) çıkabilir. Oysa adaleti sağlamak hepimizin boynunun borcudur. Peki adaleti sağlamak çok mu zor? Zor olmasa dahi o kadar kolay değildir. Çünkü her şeyde olduğu gibi bazen nefis, kibir ve kayıtsızlık (özensizlik) araya girebiliyor. İster hakim olsun ister alelade bir eleman olsun herkes, görevini tıpkı Martin Luther King’in söylediği gibi özenle yaparsa seksen bire yaklaşılabilir. Martin Luther King şöyle demişti: "Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo'nun resim yaptığı, Beethoven'ın beste yaptığı veya Shakespeare'in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup 'Burada işini çok iyi yapan biri, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş,' desin."

İnsanın sorumluluğu, makamının büyüklüğü arttıkça artar. Bunun için makam büyüdükçe dolu buğday başağı gibi baş aşağı eğilmek lazım. Devlet hizmetinde bulunan her birimiz, ister hakim olalım, ister müdür, isterse vali yahut da paşa, hepimiz aziz milletimizin birer hizmetkarıyız. Devlet bu makamlara bizleri hakim olmak için değil hâdim olmak için getiriyor. Yüce Mevlamız şöyle buyurmuyor mu? “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Çünkü sen, ne yeri yarabilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.”

Rabbim bizleri bulunduğumuz makamların ağır sorumluluk gerektiren makamlar olduğu şuurundan ayırmasın. Karar vericiler de verdikleri kararların yüce makamda tekrar temyizden geçeceği bilinci ile işlerinde hassasiyet göstersinler. Göstersinler ki 9*9 = 81 kesinliğine yaklaşan kararlar vermek mümkün olabilsin.

Rabbim yüce makamda başımızı öne eğecek karar ve eylemlerden bizleri korusun.