Mehmet Kaya yazdı: İslam’ın dokunulmazı “kadın”

İslam’ın dokunulmazı olan “kadını” anlatmadan önce tarihteki kadına biraz bakmamız gerekir.

Yunan medeniyetinde kadın hayatın her alanında aşağılık bir yaratık olarak görülüyordu.

Şeref, namus, haysiyet, üstünlük, saygı gibi vasıflar kadınlarda aranmaz, bunlar sadece erkeklerde aranan ahlaki değerlerdi.

Hatta hala okullarda ders kitaplarında çocuklarımıza okutulan Yunan medeniyetinin dehası Eflatun’a göre “kadın, toplumun ortak malı olmalıdır”

Eflatun’dan asırlar sonra İran’da Mazdekizm ve Avrupa’da Karl Maks’da kadınlar hakkında aynı düşünceyi paylaşmışlar.

Aristo’ya göre ise “kadın, yaratılışı yarım kalmış bir erkektir”

Yunan medeniyetinin bu filozoflarının düşünceleri, Roma medeniyetine de sirayet etmiş. Roma medeniyetinin de kadınlar hakkındaki düşüncesi ve uygulaması büyük oranda Yunan medeniyetiyle aynıydı.

Hatta Roma medeniyetinin kilisesinde, “kadınların ruhu var mı yok mu? Ruhu varsa da bu ruh insan ruhu mu yoksa hayvan ruhu mudur? Eğer insan ruhuysa, hangi derece insan ruhuna sahiptir? Kölelerin ruhu mu yoksa özgür insanların ruhlarına mı sahiptir?” gibi konular tartışılan konular arasındaydı.

Bu medeniyetlerde kadının evlenmede söz sahibi olma, boşanma hakkı, mirasta pay alma, mahkemede kendini savunma gibi hiçbir hakkı yoktu.

Doğuda ise İran ve Çin’de durum aynıydı. Kadınlar zorla köleleştiriliyor, eziliyor, işkenceye maruz kalıyor ve sebepsiz yere öldürülüyordu. Kimse bunun hesabını da sormuyordu. Çünkü kadınlar yok hükmünde olan varlıklardı.  

Doğu ve Batı medeniyetinin arasında kalan Arabistan’da ise kadının durumu bu saydığımız medeniyetlerdeki kadınların durumuyla büyük oranda aynıydı.

Bir erkek sayısız kadına sahip olabiliyordu.

Kadının evlenmede söz hakkı, boşanma, miras, konuşma hatta yaşama hakkı dahi yoktu. Bir kız çocuk doğduğunda utanç vesile sayılıyor ve bu utançtan(!) kurtulmak için zavallı kız çocuğu diri diri toprağa gömülüyordu.

İslamiyet bir güneş gibi dünyanın üzerine doğduğunda, kadın işte böyle bir durumdaydı. Hayatın her alanında ezilen, yok sayılan, hor görülen, sahipsiz ve kimsesiz…

İslam güneşi doğduğunda merhamet elini uzattığı, sahip çıktığı ilk zümre kadınlar olmuştur.

İslam, kadına yaşama hakkını verdi. O dönemde insan olması dahi kabul edilmeyen kadını, erkeklerle eşit kıldı. Yine hiçbir toplumda olmayan mirasta kadına pay, mahkemede kadına şikayet, savunma ve şahit olma hakkını verdi.  Kadını evlenmede söz sahibi kıldı, boşanma hakkını kadına da verdi.

Kadına: “Artık sahipsiz değilsin, susmana gerek yok, serbestsin, konuşabilir, hakkını arayabilirsin” dedi.

Bu bağlamda halifeliği döneminde Hz.Ömer (ra) nikah hakkında hutbe verirken. Sözü fazla alınan nikâh mehrine getiriyor ve mehrin belirli bir miktardan fazla alınmamasını emrediyordu.

Bunu duyan bir kadın ayağa kalkar ve devlet başkanı olan Hz.Ömer’e itirazda bulunarak, nisa süresi 20. ayeti Hz.Ömer’e hatırlatır.

Kadının okuduğu ayet karşısında ne diyeceğini bilemeyen Hz.Ömer, kadını haklı bulur ve az önce verdiği karardan vazgeçerek minberden iner. Bir devlet başkanı olduğu halde Allah’ın kadına verdiği mehir hakkına karışmaya cüret edemez.

İslam susan, yok sayılan, hayatın hiçbir alanında konuşma hakkı olmayan kadına işte böyle bir konuşma hakkı verdi.

Savaşta dahi kadını sahipsiz bırakmayarak, kadının öldürülmesini savaşta dahi yasakladı. Böylece İslam’ın dokunulmaz zırhını giydirdiği ilk zümre kadınlar oldu.

Çağdaş düzende ise kadın, genelevler denilen fuhuş evlerinde zevk işçisidir. Yani bir köledir.

Ya da eğlence mekânlarında masada bulunan meze gibi masaya çağırılan eğlence aracıdır.

Eğer kadınlar özgür tercihleriyle buradadırlar denilse, umumun zevk kölesi olma gibi aşağılık bir yaşam şeklini hangi kadın ister?

Kadına reva görülen bu yaşam şekli kadını bir meta durumuna düşürmüştür. İşin en garibi kadının buna hakkım diyerek sahip çıkmasıdır.

Hayır, kıymetli kadınlar sizin hakkınız bu değildir.

Kadınların hakkı umumi evlerde toplumun ortak malı olarak bedeninin kullanılması değil,

Kadının hakkı moda diyerek, şov diyerek, özgürlük diyerek cazibeli bedenine para biçilmesi değil,

Kadının hakkı eğlence mekânlarında masaları donatan bir meze gibi masaya çağrılarak, erkeklerin eğlence aracı olması değildir.

Kadının hakkı; toplumun iffet, ahlak ve insanlık haysiyet ve şerefine yaraşır bir yaşam şeklini ayakta tutmasıdır.

Kadının hakkı adalet için Medine’den Basra’ya yürüyen Hz.Aişe annemiz gibi adaletin koruyucusu ve ilmin öncüsü olmasıdır.

Kadının hakkı, Hz. Ömer gibi bir devlet başkanına karşı hakkını savunacak kadar ilim ve irfan yolunda ilerlemesidir.

Kadının hakkı “Cennetin onun ayağının altında olmasıdır”

Kadınların, “izm”lerin kurbanı olmadan insanlık şeref ve haysiyetine yaraşır bir şekilde haklarını elde etmelerinin umuduyla.