Etrafımız beşik gibi sallanıyor. Geçen yıl yaşadığımız 6 Şubat depreminden sonra komşumuz İran ve çevre illerden sürekli deprem haberlerini duyuyoruz.  Bilim adamları tarafından: “Yakın bir zamanda, Van’da şiddetli bir deprem beklemiyoruz” gibi açıklamaları duysak dahi, Van bir deprem bölgesidir ve Van’da her an şiddetli bir deprem olabilir.

En riskli deprem bölgelerinden biri olmamıza rağmen herhangi bir deprem hazırlığımız var mı? 
Maalesef yağmurun yağışına dahi doğru düzgün bir hazırlık yapmış olmayan Van, yaşanacak deprem için de hiçbir hazırlık yapmış değil.
“Bir musibet bin nasihatten daha hayırlıdır” demişler. Ancak bu konuda ne sözler ne de yaşadığımız musibetler bize tesir etmiyor. Halk aynı halk, yapılar aynı yapı…
2011 yılında yaşanan deprem 10-15 saniye daha sürmüş olsaydı yıkılacak onlarca bina ve ölen binlerce insan görecektik. O deprem 15 saniye daha sürmedi ancak 15 saniye sürecek 6 ve üzeri şiddetinde bir deprem olsa acaba kaç bina yıkılacak? Kaç insan depremzede olacak? 
Ya da hangimizin çocukları “anne-baba ne olur beni kurtar” diye bağıra bağıra yardım beklerken, donarak can verecek?
Hangimiz, enkaz başında elinde bisküvilerle çocuklarımızın kurtarılmasını bekleyeceğiz?
Hangimiz, sevdiklerimizin üzerine yıkılan binaların başında yaşlı gözlerle günlerce bekleyeceğiz?
Hangimiz, anne-babalarımızın ya da canlarımızdan birer parça olan evlatlarımızın parçalanmış bedenlerini enkaz altından çıkaracağız?
Ya da hangimizin isimleri mucize kurtuluş olacak? 
Mucizeyle bir kurtuluşu bekleyeceğimize deprem için doğru düzgün bir hazırlık yapmamız daha doğru olmaz mı?
Yoksa bunca şeye kader mi diyeceğiz?
Şunu bilelim ki: Güneşin doğması, yağmurun ve karın yağması, rüzgarın esmesi nasıl kader planında gerçekleşen bir olaysa, deprem de aynen bunlar gibi kader planında gerçekleşen İlah-i bir kanundur. 
Allah akıl vermiş bunlara karşı tedbir al diye, ancak tedbirini alma sonra kaderi suçla. Yok böyle bir kader. Bu kader değil, tercih meselesidir. 
Ayrıca başımıza gelen bu depremler günahlarımızdan dolayı oluyor deyip işi günaha atanlar. Öncelikle binalar yapılırken, yapılan hırsızlık günahını ortadan kaldıralım daha sonra o binalarda işlenen günahları konuşuruz.
Deniz kumunu getir bina yap, demirden çal, kolonları köpük ve tuğlalarla doldur, binanın hiç yapılamayacağı fay hattı üzerine imar ver, zemini 2 kat için hazırlamışken üzerine 4-5 katlı bina yap sonra kalk günah de. 
Evet gerçekten baştan sona günah ve bunca günaha rağmen bu binalar deprem olmadan dahi nasıl ayakta duruyor hayret bir şey…
Bu konuda herkes ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor. Van’ı depreme hazırlamak için yapılacak en önemli şey Raylı sistemle şehir merkezini Deprem için güvenli bölge olan Edremit ve Gevaş bölgesine taşımaktır. Yüzüncü Yıl Üniversitesinden Gevaş’a doğru bir raylı sistem yapılsa şehir merkezinin büyük bir kısmı o bölgeye kayar ki 2011 yılı depreminde gördük en güvenli bölge Edremit bölgesi çıktı. Bu, raylı sistem sayesinde kolaylıkla yapılabilir. 
(Not: O bölgede arazilerim olduğu için bunu yazmıyorum. Adıyaman, Hatay, Kahramanmaraş ve deprem yaşayan diğer iller gibi olmayalım diye bunu yazıyorum. Depremi umursayalım diye bunu yazıyorum.)  
Yine bir Kentsel dönüşümle Van’ın yapıları, özellikle 2011 yılı öncesi tüm yapılar acilen elden geçirilmelidir. Ancak görünen o ki kimsenin bunu umursadığı yok. 
Hiçbir şey yapmıyorsunuz bari mahalle mahalle, köy köy gezip tüm halka doğru düzgün deprem farkındalık eğitimi verin de, deprem anında betonların altında ezilmeyen birileri varsa verilen eğitimlerle kendilerini nasıl kurtarabileceklerini bilsinler. Hiçbir şey yapmıyorsunuz bari bunu yapın. 
 Bu yazımı yazarken Japonya da 7.6 şiddetinde 45 saniye süren bir deprem oldu. Japonya’da yaşanan bu kadar şiddetli bir depremde ölüm haberleri gelecek mi diye yazımı gazeteye göndermekten vazgeçtim. İki gündür bekliyorum, sadece 55 kişinin ölüm haberi geldi. O da çoğunlukla dağlık bölgeler olmak üzere yerin çökmesi sonucu bu ölümler yaşandı. Yoksa şehir merkezinde binaların sallanmasıyla yıkılan tek bir bina, ölen bir insan yok. Deprem anında insanlar o kadar rahat ki, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Elinde kahvesi olan kahvesini içmeye devam ediyor. Soru çözen öğrenci kalemini masaya dahi bırakmıyor. Hatta pencerelerden bizim yağmurun yağışını izlediğimiz gibi insanlar binaların sallanmasını gülerek izliyorlar. Bu kadar şiddetli depreme rağmen insanlar bu rahatlığı nerden alıyorlar?
Çünkü onlar oturdukları binaları yapan mühendislere güveniyorlar. Müteahhitlerin malzemeden çalmadıklarına inanıyorlar. Ustaların sağlam bir iş yaptığına güveniyorlar. En önemlisi, devletin kimseyi kayırmadan sağlam bir şekilde yapıları denetlediğine, depreme dayanıksız yapılara ruhsat vermediğine, fay hattı üzerindeki yerlere imar vermediğine, insanların yaşam alanlarına oy gözüyle bakmadığına inanıyorlar. Bunun için oturdukları binaların sağlam olduğuna güvenleri tamdır. Deprem anında Korku yok, panik yok, ölen yüzlerce, binlerce insan yok, enkaz altında ezilen küçücük çocuklar yok, insanlar sakin çünkü binaları yapanların dürüst ve ahlaklı olduklarına inançları tam.
Allah korusun, 7.6 şiddetinde bir deprem bizde olsaydı daha ilk saniyelerde Van yerle bir olurdu. Hele hele bu deprem 45 saniye sürse tek bir bina dahi ayakta kalmazdı. Ayakta kalacak bir bina olsa, o binayı yapan mühendis, müteahhit ve ustalara Nobel Dürüstlük ödülü verilsin. İşte ne kadar dürüst ve ahlaklı bir iş yaptığımıza bu kadar inanıyoruz!
Neden ineğe tapan insan sağlam bir iş yapıyor da Allah’a inanan, ahirette hesaba çekileceğini bilen, hırsızlığın haram olduğunu dile getiren bir mühendis, mimar, müteahhit baştan sona yalan, dolan ve hırsızlıkla dolu bir iş yapıyor?
Allah’a tapan, ineğe tapan kadar ahlaklı olamaz mı? 
Ya da bunun tam tersi olması gerekmez miydi?
Görünen o ki okullarda öğrencilere binaların çizimleri öğretilmiş, ancak ahlaklı olmaları öğretilmemiş. 
Eğitimden önce ahlak şarttır.