“Hayat bir arayıştır, sürekli bir arayış, ümitsiz bir arayış; arayanın ne aradığını bilmediği bir arayış. Aramak için çok derin bir içgüdü var, ama insan ne aradığını bilmiyor. Ve öyle bir zihin durumu var ki, eline geçen şey ne olursa olsun, seni tatmin etmiyor. Ulaştığın şey, ona ulaştığın anda anlamsızlaşıyor; yeniden aramaya başlıyorsun. Bir şey elde etsen de etmesen de, arayış devam ediyor. Neyin var neyin yok, hiç önemli değil, çünkü arayış her durumda sürüyor. Fakirler arayışta, zenginler arayışta, hastalar arayışta, iyiler arayışta, güçlüler arayışta, güçsüzler arayışta, aptallar arayışta, bilgeler arayışta ve kimse tam olarak ne aradığını bilmiyor.

Çok belirsiz; sanıyorsun ki anahtar parada, prestijde, saygınlıkta. Ama sonra saygın, güçlü insanlara bakıyorsun, onlar da arıyor. Çok zengin insanlar görüyorsun, hayatlarının sonuna kadar aramaya devam ediyorlar. O zaman zenginlik de işe yaramıyor, güç de. Arayış, elinde ne olursa olsun, devam ediyor.” (Osho)

Öncekiler de bu tuzağa düştü, biz de düşüyoruz, bizden sonrakilerde düşecek. Dünya kurulduğundan beri böyledir. Herkes bir arayış içinde. Bu durumdan kendilerini kurtaranlar azınlıkta. Bizim önümüzde eskilerden ibret alıp kendimizi sorgulama ve çeki düzen verme şansı var. Henüz her şey bitmedi. Ancak bugünden tedbir almazsak eyvah diyeceğimiz gün bize uzak gözükse de emin olun çok uzak değil.

Mutlu olmak her arzumuzun gerçekleşmesi demek değil, çalışıp didindikten sonra kazandığımız ile yetinebilmeyi öğrenebilmektir. Dolayısıyla bizim amacımız mutluluğa giden yolu arayıp bulmaktır. Çevremize baktığımızda farklı düzeylerde insanlar görürüz. Üst düzey insanlara bakıp onlar gibi olmak için çabaladığımızda yolun yarısından geri dönmeniz muhtemeldir.

İnsanlar Loto’dan, piyangodan para çıkınca, hayalindeki evi-arabayı alınca mutlu olacağını düşünür. Vaktiyle milli piyangodan yılbaşı büyük ikramiyesini kazananlar ile ilgili bir belgesel yapılmıştı. Youtube’de sorgularsanız bu konuda sonucu hüsran olan bir çok video görürsünüz.

Acar Baltaş mutluluk için şöyle diyor: Mutlu olmayı sahip olunacak "obje" veya "şeylere bağlayanlar, büyük çoğunlukla amaçlarına ulaşamazlar çünkü satın alınan şeyin verdiği sevinç en fazla sekiz ay sürer.

Arthur Schopenhauer “Para” için yaptığı tespit de çok anlamlıdır: "Para deniz suyu gibidir, ne kadar çok içerseniz susuzluğunuz o kadar çok artar."

Mutlu insanlar mutluluğun çok arzulanan bir amaca ulaşmak olmayıp bir yolculuk olduğunu bilir ve bunu gerçekleştirmek için hayatlarının farklı alanlarında çaba harcarlar.

Seneca da üzerinde düşünülmesi gereken bir tespit yapıyor: Herkes mutlu bir hayat istediğine göre, yanıldıkları nokta neresi acaba? Şurası: Mutluluğun araçlarını mutluluk yerine koyuyorlar. Böylece aradıkları mutluluğa erişmekten uzak düşüyorlar hep; ne kadar çabalasalar da, çabaları engel oluyor onlara ve gerisin geri sürükleniyorlar. Bir dolambaçta acele edenlerin başına gelen, onların da başına gelir, ayakları birbirine dolanır.

Buda’ya sorarlar: “Bir hükümdar mı mutlu olmaya yakındır halktan bir insan mı?” Buda gülerek; “Mutluluk bencil arzulardan kurtulabilmek eğitimidir. Benliğinin sınırlarında kalmış insan hapistedir. İster bir sarayın odasında, ister bir halk kulübesinde olunuz fark etmez.”

Sözü yine Seneca ile bitirelim: “Elinde olanı kendine yeter saymayan kişiyi koskoca dünyanın efendisi yapsan, o yine de mutsuzdur. Mutlu insan, halkın mutlu dediği, paraya gömülü olan kişi değildir; tüm ruhunda iyi'nin yer aldığı kişidir. Yüce ve uludur, herkesin hayran olduğu şeyleri ayaklar altına alır, kendini değişeceği başka birini göremez, ancak insan yanıyla insana değer verir; en çok doğayı örnek alır, onun yasalarına uyar, uyarılarına göre yaşar.