Sonra dolaştı sokaklarını, yedi, içti, gezdi, tozdu. Her anı kendine ayırdı; gününü gün etti. Ama sonunda yine cehaletin koynunda buldu kendini, yaptığıyla baş başa kaldı.
Başka adam bu şehre bakarak “Bu şehir aşk kokuyor “dedi… Ve gerçekten de, çok geçmeden aradığı aşkı burada buldu. Bir banka oturdu ve karşısındaki kalabalığa baktı. O an yanına ve gökyüzüne bakarak şöyle dedi.
“Bu şehir aşk kokuyor”
Genç adam gülümsedi. Belki de sadece güzel bir söz zannetmişti ama içinde yankılanan o cümle kolay kolay çıkmadı aklından.
Ertesi gün bir kafede otururken, tesadüfen çantasını düşüren bir kadına yardım etti. Göz göze geldiklerinde zaman bir anlığına durdu. Ne onun adı, nede neden orada olduğu önemliydi, çünkü o anda ikisi de anladı, şehir gerçekten aşk kokuyordu.
Başka adam şehre gelerek anlamsız koşuşturan insanlara bakakaldı. İstasyonda trenden indiğinde ilk fark ettiği şey kalabalıktı. İnsanlar bir yerlere yetişmeye çalışıyor, göz göze gelmemeye özen gösteriyor, sokaklar boyunca sanki görünmeyen bir saate karşı yarışıyordu. Bir banka oturdu, uzaktan izledi.
“Ne kadar da anlamsız “, diye düşündü.
“Herkes bir yerlere koşuyor ama neden?”
Sabahları kahvesini yavaş içmeyi severdi, kitap okurken saate bakmazdı. Oysa burada herkes bir çalar saatin uzantısı gibiydi. Günler geçti. Elinde kahvesi, kulağında kulaklık, hızla yürüyordu. Ve farketti. Artık o da onlardandı.
Başka adam şehre soluk soluğa girdi. Kalabalığın arasında yürürken durdu, etrafa baktı, sonra kendi kendine fısıldadı.
“Bu şehir ilim kokuyor”
Gerçekten öyleydi. Eski kütüphanelerin taş duvarlarından yayılan sessizlik, medreselerin avlularında yankılanan ayetler her köşe başında karşılaştığı yaşlı bilginlerin yüzündeki huzur… Hepsi, bu şehre başka bir anlam katıyordu.
Oda bu konunun peşine düştü. Okudu, satırların arasından gecelere daldı. Gözleri kızardı. Bazen elleri titredi ama yılmadı. Aceleyle, coşkuyla, heyecanla ilimle dolu o şehirde ilme alelacele kavuştu.
Bu şehir herkesin istediğine karşılık verdi. Arayış ve karşılık, şehir bir metafor. Herkese aradığını hakkettiğini ya da belki ihtiyaç duyduğunu veriyor.
Şehir cömert olduğu kadar adil de. Ne eksik verir, ne fazla. Ne erken ne geç. Herkese, tam zamanında… Hakkettiği kadar. Bu dünya, niyetlere cevap veren bir aynadır. Niyetin ne ise, sonunda yaşadığın da odur. Çünkü tohum ne ise, ağaçta odur.
Niyetlerimiz ne ise onları yaşıyoruz bu dünyada. İnsanların birçok dilekleri vardır. Ama amaç her daim tektir. Var olduğumuz bu dünyada hedefimiz için yollar kat ediyoruz. Aynı dünya aynı insanlar fakat farklı dilekler. Yollarımızı diğer insanlarla ayıran etken ve peşinden koşuşturduğumuz bu hedefleri elde ettikten sonra öteki insanlarla aynı dünyada, aynı ortamda buluşuyoruz ve hepimiz istediğimiz renge bulaşmış halde. Tıpkı gökkuşağı gibi, kendi rengimizde kalarak ama öteki renklerin yansımasından da etkilenmiş halde. Bu dünyada yaşamaya devam ediyoruz.