Rahmetli Kemal Sunal' ın Bekçi adlı filmini izlemeyen yoktur sanırım. Bu filmde Kemal Sunal mahalle bekçisi olarak atanıyor. Göreve başlar başlamaz bekçi olarak çevresinde gördüğü olumsuz olaylardan kendisini sorumlu hissedip müdahale ediyor. Bir fırının önünde toplanan kalabalık dikkatini çekiyor.  Oraya müdahale edince fırıncı öfke ile "Sana ne oluyor?"  diyor. Bekçi (Kemal Sunal) ona: "Halkı isyana teşvik ve devlet büyüklerine hakaret suçu var." deyince fırıncı "Vay, devlet büyüğü sen misin?”  Diye soruyor. Bekçi: "Görev kutsaldır. Her görev yapan büyüktür. Görevin küçüğü büyüğü yoktur." Şeklinde üzerinde çokça düşünülecek bir cevap veriyor.

Rahmetli Atiye Keskin (Nur içinde yatsın) 'Bir nükte bir ışık' kitabında (1978) şöyle diyor:

Az gelişmiş ve eğitimde geri ülkelerde zenginlik bir itibar ölçüsüdür... Halbuki herkes memleket değirmeninin çarklarını döndüren sulardan bir damladır.... Mühendisin işini aşçı göremediği gibi, aşçının işini de mühendis göremez.. Her taş yerinde kıymetlidir.. Kapıcı da, işçide, herkes alnının teri ile hayatlarını kazandıkça kutludurlar... İnsanları bilhassa çocukları yoksullukları ile küçümseyen, hor gören cemiyetler geleceklerine kıyarlar. Asıl utanılacak şey bir işçi veya bir kapıcı olmak değil, açıktan para kazanmak için utanılacak işler yapmaktır.

İlmin, çalışmanın, doğruluğun önüne geçip paranın insanlara değer verdiği cemiyetlerde değersiz insanlar iş başına geçerler. İslam felsefesinde insan ancak ilimi ve yaptığı işi çalışkanlığı dürüstlüğüyle değer kazanır.

Onun için Hz. Peygamber (sav):

“Bütün insanlar tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler. Ancak ilim ve imanlarına göre değer kazanırlar." demiştir.

Bu örnekleri tarihte okuduk, gördük ve göreceğiz. Bu yöntemin geçer akçe olmaması için bizlere çok iş düşüyor.

Rahmetli Nasrettin hocaya atfedilen fıkra şöyledir:

Akşehir’in beyleri Hoca’yı yemeğe davet etmişler. Hoca davete, günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin, ne sefa getirdin diyen var. Hoca, bir koşu evine giderek, sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler. Hoca’yı, yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hoca’nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da “Ye kürküm ye, ye kürküm ye!” demeye başlamış.

–İlahi Hoca, demişler, kürkün yemek yediğini kim görmüş?

Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş:

–Kürksüz adamdan sayılmadık… İtibarı o gördü, yemeği de o yesin.

Bu fıkradaki olay size tanıdık geliyor mu?...

Bir toplumda herkesin kendi çapında bir yeri ve görevi vardır. Toplum yararına olan her görev kutsaldır. Bu nedenle görevini bihakkın yapan temizlik görevlisi,  görevinin hakkını vermeyen üst düzeydeki kamu görevlisinden Allah katında üstündür. Bize de toplum nazarında üstün olarak değil; Allah katında üstün olmak yaraşır. 

Allah bizi görevimizi bihakkın yapan ve aldığımız ücreti, kazandığımız parayı helalinden kazananlardan eylesin.