‘’1980’lere kadar hangi ülkedeki yetim, gayrimeşru doğmuş, ebeveyni alkolik, ayrılmış veya fakir olan çocuklar devlet tarafından bazen açık arttırmalarda satılarak çiftliklerde zorla çalıştırılmıştır?’’                                                                                                                          A- Danimarka B- Norveç C-İsviçre D- Belçika

Yukarıdaki soruyu yakın bir zamanda yayınlanan ‘’Kim Milyoner Olmak İster?’’ Yarışmasından aldım. Sorunun cevabını muhtemelen çoğunuz biliyorsunuzdur. Bu sorunun cevabını ülkemizde yayınlanmış olan ‘’Heidi’’ adlı çizgi film ile bağdaştırarak anlatmaya çalışacağım. Gayet sevimli ve hep mutlu gözükmeye çalışan Heidi’nin bir diğer özelliği ise ayaklarının hep çıplak olmasıdır. Peki, bunun sebebi Heidi’nin özgür ruhlu olmasından mı kaynaklanıyor? Hayır, gerçek bizim izlediğimizin dışında var olan bir realiteyi yansıtmaktadır. Heidi köle olan bir kızdır ve bulunduğu ülkenin yasalarına göre köle çocukların ayakkabı giymeleri yasaktır. Bu ülkenin gerçeklerinden olan gayrimeşru olarak dünyaya gelen, kimsesiz kalmış, bir suça bulaşmış veya anne babası hapislere girmiş çocuklar papazlar eliyle başka ailelere köle olarak satılıyordu. Toplum tarafından da kabul edilmeyen bu çocuklar bazen kiralık bazen de satılık olarak çocuk pazarlarında sergilenirlerdi ve en iyi fiyatı verene kiralar ve satarlardı. Ve daha da acı olan satıldıktan sonra bu çocukların başına alıcısı tarafından gelen her türlü işkence, taciz, tecavüz… Gibi durumlar kimse tarafından ayıplanmaz hatta bu çocukların bu sıkıntılardan şikâyet etme haklarının olmadığı ve kendilerine sahip çıkan bir aile bulduklarına şükretmeleri gerektiği söylenilmekteydi.

Medeniyetle bağdaştırılan ülkelerden biri olan bu ülkedeki durum, insanlık için ders niteliğinde unutulmaması gereken bir tarihtir. Ahırların içerisinde hayvanlarla birlikte barındırılan ve üzerlerinde yamalı çuvallardan yapılmış kıyafetler girdirilen bu çocuklar insanlık ayıbının bir başka yüzüdür. Ve bu çocuklar bu ülkede hep dışlandı, kanıksandı ve kabullenilmediler. Ki ayakları çıplak olan bu çocukların ayakkabı giymeleri diğer hur olan çocuklarla karıştırılacağı görüşü bu çocukları yaz-kış, yağmur-çamur demeden her vakit çıplak ayaklı olmalarına sebep olmuştur. Bu ülkedeki üstü kapalı kölelik sistemi çok eski bir tarihe ait değildir. Ve çevre milletler tarafından da bu olay hep saklı kılınmıştır. Bu duruma ilk tepki Rusyalı bir doktor tarafından verilmiştir ve bu doktor farklı milletten diye iftira kaynağı olarak görülüp ülkeden kovulmuştur. 2013 yılında ise bu ülke yaptıklarının yanlış olduğunu kabul edip bu insanlardan özür dilemişlerdir.

Buradaki olayları anlatmaya çalışan ve kendisinin de bir Verdingkinder adı verilen kölelik sisteminin mağdurlarından olan yazar Carl Lossli, bu durumu gözler önüne sermek için çaba göstermiş olsa da kendi döneminde muvaffak olamamıştır. Aynı şekilde ünlü bir ressam olan Albert Anker de yaptığı tablolarda bu insanlık dışı durumları insanların gözlerinin önüne sermiştir. Evet, medeniyetlerin beşiği olarak kabul edinilen ülkelerden dörtü yukarıdaki sorurunun şıklarını oluşturmaktadır ve doğru cevap İsviçre’dir.    

Peki, yaşanmış ve hala yaşanmakta olan çocuklarla ilgili bu tur durumlara karşı ne yapmamız lazım. Çocuklarımız bizim geriye bıraktığımız-bırakacağımız birikimlerimizdir. Söylediklerimizi değil ki yapsalar da çok az kısmını yaparlar ama yaptıklarımızı yapacak olan çocuklarımız bizim eserimizdir. O yüzden, bir insan olarak, akli sermayemizi, ilmimizi, sanatımızı, yeteneğimizi bize veren Allah, bunu kullanma hürriyetini de bize vermiştir. Ve büyüklerimizden alamadığımız kısmi davranışları biz de aklın sermayesi ile yerine getirip ve manevi gönülle çocuklarımıza aktarmalıyız. ‘’Bilgi gelmiş tevazu gitmişse, tekniği ilerlemiş fakat maneviyatı sakat kalmışsa, vasıtası çoğalmış fakat gayesi kaybolmuşsa…’’ Bu İnsan cismen var olup ruhen ve aklen önce çocuklarına sonra etrafta ki her zerreye zararlıdırlar.

‘’Hür doğmuş olan insan, kendini, kendinde gizli ve mevcut olan iç kuvvetlerin emrinden kurtaramadığı, yapay hassasiyetlere sahip olup onlara söz geçiremediği müddetçe, ister ilim, ister alim, ister sanat, ister teknik ve ister devlet adamı olsun, ne zaman ve nasıl patlayacağı belli olmayan bir bomba ki ne zaman patlayacağı belli olmaz. Bir yandan iyilik yaparken bir yandan da en ufak bir tahrikle kötülük yapmaktan da geri kalmayacak olan zavallı bir esirdir.’’ 

Nerdeyse her türlü imkâna sahip olan bu ülkelerin tüm imkânlarını sadece dünyevi duygu ile yapmaları sonucunda ise yaşam alanı zindana çevrilmiş ya da elinden alınmış milyonlarca çocuğu ortaya çıkarmuştır. Anlaşılıyor ki, dünyaya düzen veren, kendi kendisinin efendisi olmuş bulunan insan olduğu gibi, dünyayı harabeye çeviren de gene maddece hür, manaca esir olan insandır. Dünya İçin kesinlikle en büyük tehlike ise, serseri mayın gibi çarpılacağı yeri kestirilemeyen bu kendinden habersiz insanlardır.