Tek başına yaşadığı evin penceresinden sokağı izleyen kahramanımız, karşı apartmandan bir kapının açıldığını görür ve o kapıdan bir anne ve küçük oğlu dışarı çakar. Anne, havanın soğuk olduğunun farkına varmış olmalı ki çocuğunun montunun önünü kapatıp başına beresini geçirir. Aynı kapıdan kısa bir süre sonra genç bir delikanlı ve orta yaşını yeni devirmiş gibi gözüken bir anne dışarı çıkar ve delikanlı annesinin paltosunun önünü ilikler ve eldivenlerini takmasına yardımcı olur. Devamında sokakta bir baba ve babanın ellerini tutmuş iki çocuğun sımsıkı giyilmiş montun verdiği çeviklikle hoplaya zıplaya hareket ettiklerini görür. Aslında dün bayramdı ve kahramanımızın kapısını çalan tek kişi dahi olmamıştı ve bir gün öncesinden belki birileri gelir, büyükler gelmese de çocuklar mutlaka gelir düşüncesiyle bir kâseye şekerleri de doldurmuştu ama kimse gelmemişti. O şekerler kâsenin içerisinde ne kadar kalacak? Bir gün, iki gün, bir hafta, bir ay… Bilmiyoruz. Dışarıda herkes mutlu gözüküyor ve yanlarında sevdikleri var ama kahramanımız evinde tek başına ve sevgiye ilgiye muhtaç bir şekilde yaşıyor. Dışarıda yaşanılanlar kahramanımız ne kadar yalnız kaldığını adeta pekiştirmektedir. Kahramanımızın içinde olduğu yalnızlık onu diğer kişilerden neredeyse izole etmiş ve farkında olmadan kendisinde yalnızlığı alışkanlık boyutuna taşımıştır. Kahramanımız, kimseye tahammül edememe, konuşmaktan ve fikir üretmekten kaçan, bir topluma girip sosyalleşmenin ve grup anlayışından uzak bir yaşamı kendinde normalleştirmiştir.

Bu hikâyenin başlangıcı ve sonucu bizi Roseto’ya götürür. Roseto Etkisi, Amerika'da küçük bir İtalyan kasabası olan Roseto'dan adını almış bir fenomendir. Bu etkinin temelinde, sosyal bağlar ve topluluk desteğinin bireylerin genel sağlığı ve yaşam süresi üzerinde ne kadar etkili olduğuna dair bir inceleme bulunmaktadır. 1950'lerin sonu ve 1960'ların başında, Roseto'daki bireylerin kalp hastalıklarına karşı şaşırtıcı derecede dirençli olduğu keşfedildi. Bu durum, diğer Amerikan kasabaları ve genel ABD nüfusu ile karşılaştırıldığında dikkat çekiciydi. Bu durumu inceleyen doktorlar, kasabanın sakinlerinin diyet, egzersiz, genetik veya diğer yaygın risk faktörleri bakımından diğerlerinden farklı olmadığını buldu. Bunun yerine, Roseto sakinlerinin sıkı topluluk bağları ve genel sosyal destek sistemi, stres seviyelerini düşürmeye ve kalp hastalığına karşı koruma sağlamaya yardımcı olmuştu. Bu durum, sosyal bağların ve topluluk desteğinin sadece psikolojik refah için değil, aynı zamanda fiziksel sağlık için de önemli olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, Roseto Etkisi genellikle sosyal sağlık ve toplum sağlığı çalışmalarında öne çıkan bir kavramdır.

Günümüzde tüm damarlarımızda etkisi gösteren yalnızlığın sebepleri vardır ve bu sebepler kişilerin evlenmemeyi, tek başına yaşamayı, evli ise de çocuk yapmamayı ve mümkün mertebe toplumdan izole olmaya kendini itmektedir. Bu sebepleri bireysel olarak ortadan kardırmaya gücümüzün yetmeyeceği hepimizin malumudur. Peki, hiç mi çözümü yok? Bu soruya Konfüçyüs şöyle cevap vermektedir: ‘’Hiçbir şey karanlık bir odada siyah bir kedi aramak kadar zor değildir, hele de siyah bir kedi yoksa.’’  İçerisinde bulunulan durumun kişide hastalıklı bir hal almaması için yapılması gerekenler gayet basittir; hayatı anlamlı hale getirmek için ayağa kalkıp en kolay yapacağımızdan başlamamız gerekmektedir. Öncelikle ait olduğumuz hem genetiksel yapımız hem de o genetiği aldığımız kişilerle barışık bir hayat sürmektir. Bir aileye sahip olmak ve o ailenin içerisinde var olmak, sevinçlere ve üzüntülere ortak olmak bizi mutlu edecektir. Yapay olandan kurtulmak için gerçek olana sarılmamız gerekmektedir. İnternetten, sosyal medyadan edindiğimiz arkadaşlıklar, dostluklar, hatta binlerce kilometre uzaktakilerle kurduğumuz kız-erkek, arkadaş-sevgili durumlarından kurtulup somut olana dönmemiz gerekmektedir. Çünkü anlık mental yalnızlığı giderebilirler fakat duygusal yalnızlığa asla bir katkısı olmayacaktır ve yarın gene yalnız olacaksın.

Devamında yalnızlıktan kurtulmak için bir amaca sahip olmamız, bir hikâye oluşturacak bir yaşam sürmemiz ve aşkınlık duygusuna sahip olmamız gerekmektedir. Bu dünyada neden varız, amacımız nedir, nasıl katkıda bulunabilirim, aileme, soyuma ve devamında vatanıma-insanlığa ne yaparak katkıda bulunabileceğimizin farkında olmalıyız. Konfor alanımızın dışına çıkmalıyız ve bunu yapınca da mucizevî bir şekilde yapabileceklerimizin farkına varabiliriz. Aşkınlık duyacağımız bir amacımızın olması da bizi daha anlamlı bir hayata bağlayacaktır. Bu aşkınlık anne-babaya, çocuklara, mesleğe, bir kişiye, sosyal-sivil kuruluşa veya hayvanlara karşı olabilir. Ancak bu şekilde yalnızlığa son verebiliriz ve unutmayalım ki hepimiz mutlaka; ‘’ Sevmek ve sevilmek istiyoruz, en azından bir insan tarafından bütünüyle kabullenmek ve bilinmek istiyoruz.’’