Zamanın en küçük parçacısı gibi görünür, ama insanın varlığı tamda onun içinde şekillenir. Geçmiş zihnimizde kalan bölge, gelecek ise belirsiz bir şeyken, elimizde gerçekten var olan tek yer şu andır. Yaşadığımız, hissettiğimiz, karar verdiğimiz, değiştiğimiz yer…

An, fark ettiğimizde büyür, fark etmediğimizde sessizce kayıp gider. İşte o anda hayatımıza yön verecek kararlarımız olur. Bu bir anlık gülümseme, bir anlık acı, bir anlık cesaret gibi. En büyük dönüşümler, küçücük bir anın filizidir.

Çok uzun sandığımız bu hayat, o yolculuğun içindeki durup dinlenen, düşündüren, hissettiren anlatım toplamıdır. Bu yüzden anın kıymeti küçüklüğünde değil, etkisindedir.

Hayatın dev bir bütün olmadığını, ardı ardına gelen küçük anların örgüsü olduğunu bilmeliyiz. Büyük diye gördüğümüz her şey aslında küçücük bir anın içinde doğar. Hayatımızı şekillendirecek kararlar aslında sadece küçük bir anımıza bakar. Fakat etkisi ömrü değiştirebilir. An aslında hayatın kalp atışıdır.

An, saniyelerle ölçüldüğü için değersiz sanılır, ama ölçüsü süre değil, etkisidir. Hayatta yön değiştirdiğimiz, başka yollara girdiğimiz, içimizdeki duvarların çöktüğü ya da bir ışığın yandığı anlar çoğu zaman sıradan bir günün sıradan bir saniyesine gizlidir.

Yaşadığımız duygular anın içinden geçer. Bir anlıkta yaşadığımız o saniyelik duygular küçüklüğüyle değil, büyük bir anlam taşır.

An; geçmişle gelecek arasında duran ince bir çizgidir. Bu yüzden anı fark etmek, hayatı fark etmektir. Çünkü insan, sadece yaşadığı ana gerçekten aittir. Anı küçümsemek, hayatı küçümsemektir. Çünkü anı yaşamak bir zorunluluktur.

Ve unutma: Bir anlık farkındalık, bir ömrün yönünü değiştirir.

Ve de; “An küçük değildir; an hayatın kalp atışıdır.”