Tevfik, Allah’ın kuluna hayra yöneldiğinde lütfettiği kolaylık ve berekettir. Samimi niyetin ve gayretin ilahi yaratmayla buluştuğu noktada, kulun adımlarına ışık düşer. Yola çıkan bir insanın doğru istikameti bulmasında, azminde ve kararlılığında ona eşlik eden görünmez bir rehberliktir.
Hızlan ise tevfikin zıddıdır. Kul, özgür iradesiyle kötülüğe yöneldiğinde Allah onu kendi haline bırakır; yani o yolda hiçbir manevi kolaylık ve bereket bulamaz. Bu, zorla saptırma değil; kulun kendi tercihlerinin ağırlığı altında tek başına kalmasıdır.
Mâturîdî düşünce, bu dengeyi şöyle açıklar: İnsan özgür iradeye sahiptir, ancak fiilin varlık kazanması Allah’ın mutlak yaratmasıyla gerçekleşir. Kur’an’da “O, her an sınırsız tecellî ve yaratma hâlindedir” (Rahman, 29) buyurulur. Kul bir şeyi kalben diler, Allah da onu yaratır. Eğer dilek hayır ise bu yaratma tevfik ile bereketlenir; şer ise hızlan ile destekten mahrum kalır.
Öyleyse sorumluluk nerede başlar, ilahi müdahale nerede biter? İnsan yönünü seçer; Allah ise sonsuz hikmetiyle o seçimde kulun yanında olur ya da onu kendi tercihlerinin yalnızlığına bırakır.
Hayatımızda karşılaştığımız kolaylıklar, işlerimizin yolunda gitmesi yalnızca maddi çabanın sonucu mu? Yoksa bunlar tevfikin, yani ilahi desteğin bir yansıması mı? Manevi tıkanıklıklar, işlerin ters gitmesi sadece dünyevi sebeplerle mi açıklanmalı, yoksa hızlanın sessiz uyarısı olarak mı görülmeli?
Sonuç: Manevi Uyanış
İnsan daima seçimlerinden sorumludur. Bu bilinçle yaşayan kişi, her an Allah’tan tevfik dilemeli, doğru yolda kalmak için gayret göstermeli ve hızlanın terk edilmişliğinden uzak durmalıdır.
Tevfik yolun ışığıdır; hızlan ise yolun karanlığıdır. İnsan, hangi yolda yürüyeceğini kalbinin terazisinde seçer.