”Cumhuriyet akıl ve şuurla kurulmuştur. Zayıf değildir. Yüz yıllardan beri çekilen milli musibetlerin uyanıklığı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu milletin tabiat ve ününe en uygun idaredir”.

"Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına müstenit bir devlettir. Demokrasi ise esas itibariyle siyası mahiyettedir, fikridir, ferdidir, müsavatperverdir. Demokrasinin, bu esas noktalarına göre, vatandaşın siyasi hürriyet ve mesaisini temin etmek ve vatandaşın ilmi, içtimai, sanat ahlak gibi fikir sahalarda inkişafını temin ile alakadar olmak ve vatandaşın milli“ hakimiyet usulü dairesinde iştirak hakkını ve bütün vatandaşların aynı siyasî haklarını haiz olmalarını temin eylemekten ibaret olan noktalar devletin, vatandaşa karşı, başlıca vazifelerinin hududunu gösteren işaretlerdir. O halde, demokrasi esasına müstenit bir devlet, bir içtimai muavenet sistemi, veyahut, bir iktisadi teşkilat sistemi değildir. Bunun için, bu sahalara ait işlere, devletin karışmaması bütün bu mahiyetteki işleri fertlere veya fertlerden mürekkep şirketlere bırakması mümkündür. Bu imkanın derecesini anlamak için, devletin, millete ve memlekete karşı, ifasına mecbur olduğu, esas vazifelerini, ikinci derecede görülen vazifelerle münasebet ve irtibatlarını düşünmek lazımdır”

Mustafa Kemal ATATÜRK.

Cumhuriyet kavramının doğduğu Fransa’da etik ve insani değerlerden ötürü sorgulanır olan ve altının boş bir zemine oturtulmaya çalışılan bir şekle bürünmesi kaçınılmaz bir gerçek iken, Türkiye devleti bir Cumhuriyet olarak ilelebet vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak ruhumuzda var olacaktır. Cumhuriyet ancak eğitimli kişilerin ve vatan olma fikrini kendinde yaşam koşulu görenlerle var olacaktır. Türkiye’deki Cumhuriyet anlayışını ve ruhunu anlamak ancak Atatürk’ü anlamak kadardır. Girişteki Atatürk’ün yaptığı çıkarımlar 1920'1i yıllar için hakikaten çağdaş ve mantıklı saptamalardır. M. Kemal'i bu görüşlere ve Cumhuriyet gibi önemli bir sonuç derinden etkilemiş ve sadece Cumhuriyet değil diğer inkılaplarına da ilham kaynağı olmuştur. Ona göre, yeni Türkiye Devleti, demokrasi prensibini en çağdaş ve mantıklı uygulayan hükümet şekli olan Cumhuriyet'ten uzak kalamazdı.

     Cumhuriyet bizlere; özgürlük vaat ediyor, kişiler kralın keyfi kurallarına bağlı olmayacaklarını, konuşma yapma, tapınma, vicdan özgürlüğü, özel mülkiyete sahip olma ve basında serbestliği vaat ediyor. Eşitlik, ihtilalın sosyal prensiplerine işaret ediyordu. İmtiyazlar kaldırıldı; kölelik sona erdirildi ve feodal sistem tahrip edildi. Bütün vatandaşlar kanunlar önünde eşit sayıldı. Hayat gailesinde ve mutluluk sahasında kendilerine eşit şans veriliyordu. Kardeşlik, daha iyi, daha mutlu ve daha adil bir dünya yapmak isteyenlerin idealistlik kardeşliğinin sembolüydü. Artık, milli bir ordu, kardeşlik bayrağı altında milletlerin menfaatini savunmak amacıyla harp etmeye hazırdı.

        100 yaşında olan ve bize miras bırakılan Cumhuriyet idaresiyle yönetim şekli, Yeni Türkiye'de, yukarıda kısaca belirttiğim üzere, bir ihtiyaçtan doğdu ve kuşkusuz bir taklit değildi. 29 Ekim 1923 öncesinde hükümetin kurulamaması üzerine ortaya çıkan yönetim boşluğunu çözümlemek amacıyla ulu önderimiz M. Kemal Atatürk "milli iradeyi temsil eden yeni bir idare tarzının” kurulması düşüncesindeydi. Onun ifadelerine göre, hükümetsiz bir devlet düşünülemezdi. Bir hükümet başkanını geçici olarak tanımak da işi çözmemekteydi. Hele padişahı temsil eden veya edecek bir kişiye de hükümeti kurma görevinin verilmesi şimdiye kadar yapılmış inkılâplara uygun düşmezdi. Meclisi ve ülkeyi idare edecek kişilerin, demokrasi prensiplerine inanan ve milli iradeyi her şeyin üzerinde gören yöneticiler olması gerekliydi. Cumhuriyet, ülkeyi hükümetsiz bırakmayacak bir rejimdi. Böylelikle yürütme yetkisi seçim yoluyla elde edilebilirdi.

     Cumhuriyet'in ilanı rejimi ifade etmekten başka, geniş anlamda, Batıya yönelişi ifade eder. Yeni Türkiye Devleti, Cumhuriyet'i seçmekle, Tanzimat'tan beri sürüp gelen medeniyet ve kültür savaşında, Batıcılığı tercih ettiğini göstermiştir. M. Kemal, Cumhuriyet kelimesinin ve mahiyetinin sulandırılması veya içeriğinin değiştirilmesine kesinlikle müsaade etmemiştir. Örneğin, Falih Rıfkı'ya göre, "Terakkiperver Cumhuriyet" ismiyle bir parti kurulduğu zaman, bu kelimenin kendisine muhalif bir partiye mal edilmemesi için Halk Partisi'nin başına "Cumhuriyet" kelimesini bizzat kendisi eklemiştir. Ona göre, Cumhuriyet, Mil1eti'ni ileriye götürecek bir rejimdi. Milletin katılımı ve ordusunun kahramanlığı rejimin güvencesiydi. Hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve "milletin efendi olduğunu" anlamalıydılar. Aslında, pek çok kişi cumhuriyetin ilanından farklı şeyler anladılar. İlk zamanlarda cumhuriyetin mahiyetini M. Kema1'e yakın olanlar bile anlayamadılar. Ancak onlar, M. Kemal'in tehlikeli bir mesuliyet yüklendiğinin farkındaydılar. Eğer bu rejim yürümezse, şimdiye kadar yapılan köklü değişimlerin bir önemi kalmayacağı gibi; "ıslahat" imkânın da ortadan kalkacağına inanmaktaydılar. Cumhuriyet ile M. Kema1'in bir "halk adamı" karakterinden uzaklaşarak "diktatör" olacağı endişesi ortaya çıktı. Ancak bu endişeyi bizzat kendisi bertaraf etmiştir. Cumhurbaşkanının görev süresi tartışılırken, O, "kayd-ı hayat şartıyla olabilir" diyen bir gazeteciye, sert bir tavırla, bunu kabul edemeyeceğini söylemiştir.

Cumhuriyet bize ne kazandırdı? En önemli cevabı; bu rejimde Devlet Başkanı olan Cumhurbaşkanı da milletçe veya milletin temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir olmasıdır. Bu seçim de gerek seçme gerekse seçilme hakkı bakımından belli bir kişiye, belli bir zümreye, belli bir sınıfa ait değildir; bütünüyle millete aittir. Cumhuriyetle yönetilen bir devlette bir görevin, İlâhî bir kuvvete dayanması veya babadan oğula geçmesi gibi bir usul de yoktur ve olamaz. Cumhuriyet yönetiminde seçimle iş başına gelenlerin görev süresi belli bir dönemi kapsar; yani Cumhuriyet rejiminde kaydı hayat şartı ile görev söz konusu olamaz. Cumhuriyet rejiminin ikinci bir özelliği, bu rejim her şeyden önce kişi, zümre ve sınıf yararını değil, kamu yararını ön planda tutan, kamu yararına dayanan bir yönetim şeklidir. Çünkü cumhuriyet rejimi, kuvvetini, dayanağını kişi, zümre ve sınıf hakimiyetinden değil, geniş halk kitlesinden, millet iradesinden almaktadır.

Cumhuriyet rejiminin, bütün vatandaşları kanun önünde eşit sayması, onlar arasında hiçbir ayrıcalık tanımaması, onların devlet yönetimine eşit olarak katılımını sağlaması, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini devlet teminatı altına alışı, millî birlik ve beraberliğimiz açısından da birleşti­rici, pekiştirici olmuştur. Millî sınırlarımız İçinde hiçbir ayrıcalık yapmaksızın bütün vatandaşlarımızın paylaştığı, yararlandığı, bu nedenle korumaya ve yaşatmaya kararlı olduğu bir idare haline gelmiştir. Cumhuriyet rejimi aynı zamanda, insan unsuruna verdiği değer, insan hak ve hürriyetlerine gösterdiği saygı nedeniyledir ki, çağdaşlaşmayı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı en iyi şekilde gerçekleştiren bir ortam oluşturmuştur. Diyebiliriz ki Türkiye’nin çağ atlaması, milletimizin Atatürk’ün önderliğinde her türlü engeli aşarak uygar bir toplum haline gelişi, lâik ve demokratik cumhuriyet rejimi sayesinde mümkün olabilmiştir. İşte bize kazandırdığı bu değerler nedeniyle, lâik ve demokratik cumhuriyet rejimi, memleketimizin geleceği bakımından o derece önemlidir ki, Anayasamızda “Türkiye Cumhuriyeti’nin idare şeklinin Cumhuriyet olduğu” hükmünün değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği ayrı bir anayasa maddesiyle teminat altına alınmıştır.

Değerini anladık ve anlamaya devam etmeliyiz, bu bayrak yarışında sıra gençlerdedir. Gençlerimizi ve her gelecek kuşak bilmelidir ki, bu vatanda kurduğumuz Cumhuriyet yönetimi, Atatürk’ün önderliğinde çok büyük fedakârlıklarla kazanılan bir ölüm kalım savaşından sonra gerçekleştirilmiştir. Bu büyük başarının arkasında binlerce şehidin, binlerce gazinin harcı vardır. Bu bakımdan, kurulan bu büyük eserin her yönü ile gelişmesi, geliştirilmesi, doğabilecek her türlü tehlikeden titizlikle korunması, Cumhuriyet kuşaklarının Atatürk’e ve onun inkılâp arkadaşlarına borçlu olduğu kaçınılmaz bir görevdir. Cumhuriyet kuşakları, bu görevin bilinci içinde, kendilerine bırakılan emaneti daima koruyacaklar, Türkiye Cumhuriyeti’ni Büyük Önderin çizdiği yolda ebediyen yaşatacaklardır.