Bir şahıs, dünyanın yuvarlak olduğunu düşünerek ki bu doğru bir tezdir ve bulunduğu noktadan hareket ederse Hindistan’a varacağı sonucuna varır fakat ellerinde yeterli bilgi olmadığı için yolculuğun duraklarını ve yönünü tam kestirememiştir. 3 Ağustos 1492 yılında başlanılan bu yolculuğun en önemli finansörü İspanya Kraliçesidir. Bu ekip bir şekilde yola çıkıp Hindistan olduğunu düşündükleri kıtaya varırlar fakat bekledikleri insan fizyolojiğinden farklı bir insan ırkı ile karşılaşıyorlar. Kıtada yaşayan insanlar, misafir olduklarını düşündükleri bu beyaz ırkına karşı her turlu misafirperverliği gösteriyorlar fakat bu misafirperverliğe karşı misafirler ise kılıçlarını bileyerek bu yerli halka gözdağı vermeye başladılar. Belki daha önce hiç kılıç görmeyen bu yerli halk ilk kez beyaz insanın elinde başka canlıya zarar verecek bir silah görüyor. Daha sonrasında Kristof Kolomb ve onun ekibi buranın Hindistan olmadığı ve yerli halkın ise bu beyazların misafir olmadıkları anlaşılmıştır. Kolomb ve ekibin İştahını kabartan ve büyük ganimetler hayali ile başlayan bu yolculuk yeni kıtanın buluşu ve yerli insanın katledilmesi ile tarihe not düşülecektir.

Sabahın erken saatlerinde televizyonlardan yayınlanılan ve adeta izlememiz için bizlere başka alternatif sunulmayan kovboy filmleri ile akşamları bize izletilen güya Vietnam fatihi Rambo filmleri tarihi utancın örtülmesi için kullanılan bir örtü görevi görmekteydi. Suçlu taraf hep yerli halk gösterilmiştir ve güçlü kovboyun orayı bu yerli halktan temizlenmesi için mükemmel derecede ve acımasızca bu yerli halkı yok etmeye çalışmaktadır. Ne hikmetse silahı daha doğrusu kılıcı ilk kez işkalcı beyazlardan öğrenen yerli halk yani Kızılderililer filmlerde çok iyi silah kullanıyor şeklinde bizlere servis edilmektedir. Oysa işin gerçeği ise şudur: ‘’Kızılderililer havaya, suya ve toprağa saygılıdırlar. Avladıkları hayvanın etinden derisinden, kılından tüyünden azami istifadeye bakar, sebepsiz yere can yakmazlar. Ağaçları bile incitmekten çekinir, kibarca dal silkeler, ota, yaprağa hatır sorarlar. Bir beyazın onda biri kadar yiyip doyar, israftan çok kaçarlar.’’ Yerliler misafir olarak kabul ettikleri İspanyolları önce dostça karşılar, onları kendileri gibi sanırlar. Ancak maksatlarını anlayınca tedbirlerini alır, köleliğe yanaşmazlar. Karılarını ve çocuklarını dağlara kaçırır, kıymetli eşyalarını kuytulara saklarlar. Soluk benizliler yağmalanacak şey bulamayınca çileden çıkar, halka zulme başlarlar. Dayak, hakaret neyse de kadınlara sataşınca iş çığırından çıkar, o sessiz yerliler demirden leblebi olurlar. Var güçleri ile karşı koymaya çalışırlar fakat gene de katledilmekten kurtulamazlar.

İşkal zamanla bu ilk seferle sınırlı kalmaz ve kafileler kafileleri izler, ‘’Avrupa’da ne kadar hırsız uğursuz, ne kadar dikiş tutturamamış maceraperest varsa gemilere doluşup “yeni kıt’a”ya koşar.’’ Her uğrayış adeta bir öncekini mumla arayacak seviyeye getirmeye başlar. İlk başlarda sayılarının 50 milyon olduğu düşünülen yerliler adeta buz dağı gibi her gün biraz daha erimeye başlar.  Katliamlar katlana katlana yayılır, ilk başlarda herhangi bir insan sureti ile yapılan seferler zamanla Haçlılar seferine dönüşmüştür. ‘’Haçlılar ağıla giren kurtlar gibi insan kırarlar. Hatta zaman zaman yerliler üzerine bahis oynar, biçareyi tek kılıç darbesiyle ortadan biçen ya da iki kaşının ortasından oklayan parayı kapar. Süt bebeklerini ayaklarından tutup taşlara çarpar, köpeklerin önüne atarlar. Kimini alevlere iteler, kimini dallarda sallandırırlar. Kristof eline geçen reisleri sıradan yerliler gibi öldürmez, daha enteresan bir son için fikrini zorlar. Kızılderililer kıta’nın derinliklerine kaçarak gizlenseler de İspanyollar bunların peşine azgın köpekler takar. Bu hayvanları sadece yerli etiyle besleyip canavarlaştırırlar. Hatta köpekleri beslemek için insan eti satan kasaplar açarlar. Müşteriler “şu herifin çeyreğini ver” der kanlı butu omuzlarına vururlar. Azgın köpekler etlere hırlayarak dalar ama en fazla da kafatası sıyırmaktan hoşlanırlar.’’ Adeta taşlar erinceye dek yapılan bu katliamlar son kızılderiye kadar sürmüştür ve o son kişiyi de öldürdükten sonra ortada beyaz ve beyazların başka kıtalardan getirdiği siyahiler kalmıştır. Tüm dünyaya medeniyet pazarlayan bu kişilerin kurduğunu düşündüğü her medeniyet boğazına kadar kana batmıştır. Şimdi onlar dünyanın her noktasına medeniyet götürme çabasını hep o 600 yıl önce yaptıkları gibi gittikleri yerlere silah ve ölüm götürmekteler. Ve taşlar erinceye dek duracaklarını da zannetmiyorum.