2019 yılında başlayan koronavirüs salgını, 2021 yılının son günlerini yaşadığımız bu günlerde de dünyayı etkilemeye devam ediyor. Salgın küresel anlamda telafisi mümkün olmayan ölümler dışında, ekonomik faaliyetleri sekteye uğratarak; bütçe gelirlerinin azalmasına, işsizliğin artmasına, üretimde belirsizlik oluşmasına, talebin azalmasına, tedarik zincirlerinin olumsuz etkilenmesine ve gelişmekte olan ülkelerden çok yüksek miktarda fon çıkışı yaşanmasına ve makroekonomik dengelerin bozulmasına neden olmuştur.

Hem salgının etkisi hem de Türkiye ekonomisinin iç dinamiklerinden kaynaklanan etkileşimle Türkiye’nin temel bazı makro ekonomik göstergeleri; Dolar/TL kurunun 7,63’den 13,60’a, enflasyon oranının %9,35’den %18,50’ye ve politika faizinin %15’den %14’e düştüğü (21 Aralık 2021 tarihi itibariyle) bir seyir izlemiştir. Söz konusu bu sorunları gidermek adına, önce Çin Modeli, daha sonra ise Türkiye modeli olarak adlandırılan yeni bir ekonomi politikası uygulanmaya başlanmıştır. Çin, Doğu Asya Kalkınma modeli olarak da bilinen modeli uygulamıştır. Bu model, dış ticareti ve özellikle ihracatı destekleyen bir modeldir. Modelin temel unsurları; girişimlere doğrudan hükümet desteği, ihracat pazarlarına yüksek bağımlılık, yurt içi tasarruf artışı ve finans sistemi üzerinde kamu kontrolü olarak belirtilmektedir. Dolayısıyla Çin, dış ticareti özendirerek gelir artışı sağlanması ve uluslararası piyasalarda rekabet edebilme yeteneği kazandırılması şeklinde kendi coğrafya ve ekonomik yapısına özel iktisat ilkeleri uygulamıştır.

Yeni Türkiye modeli olarak ifade edilen model ise, kendinden önceki modeli “eski” olarak nitelendirmektedir. Eski modelin yüksek faiz, düşük kur, düşük büyüme, düşük istihdam, yüksek ithalat, düşük ihracat, cari açık artışı, sıcak para bağımlılık artışı ve nihayetinde dış borçların artmasını sağlayan bir etkileşim içerinde hareket ettiğini ifade etmektedir. Ayrıca, eski modelin yüksek faiz maliyeti ile yatırım ortamını zayıflattığını ve ihracattaki rekabet gücünü azaltarak dışarıya bağımlılığı artırdığını savunmaktadır. İşte tam bu noktada yeni Türkiye modeli; düşük faiz, yüksek üretim, yüksek istihdam, yüksek ihracat, düşük ithalat ve düşük borç ile yatırımların desteklenmesini sağlayacaktır.  Böylece büyümenin ve istihdamın sürdürülebilir hale getirilmesi, rekabetçi kur avantajı ve yatırımların artmasıyla ihracatın arttırılacağı, ithalatın azaltılacağı ve nihai olarak da cari fazla oluşumu ile dış borca ve dışarıya bağımlılığın azaltılacağı savunulmaktadır.

Yukarıda ifade edilen model tartışmalarını bir kenara bıraktığımızda ekonomide en önemli enstrümanın güven unsuru olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır. Güven unsurunun toplumda inşasında ise o toplumun ilgili dönemde dikkate aldığı dolar ve faiz kuru gibi makro gösterge veya göstergelerin seyri belirleyici olacaktır.