Uzun zamandır fantastik kurgulanmış rüyalarıma eşlik eden sancılı yaşamın çelişkilerinin arasında mücadele verirken kendimi cephede buldum. Bilenler bilir, sıcağından değil ama ifade etmeye çalışmak da bir tür savaştır.

Fantastik rüyalarla uyuyup, gerçekçi dünyaya uyanıp, beşinci günün şafağını bekleyip doğuya bakarken anladım kimsenin gelmeyeceğini. Ayrıca, baksam bile, ufak bir mavilikten başka bir şey göremiyorum. Sonuçta hepimiz çarpık kentleştik. Burjuva hariç.

Rahat olun, istediğimiz kadar konuşabiliriz. Dürtmediğimiz ve kenetlenmediğimiz sürece işitir ama duymaz, bakar ama görmez bizi burjuva. Şafakta uyanma gibi bir dertleri yok, emeğimizi aldıkları gibi zamanı da satın alabiliyorlar. Nerden bakarsak güzel şans. Uzaklarda aramayın, yanında on iki saat çalıştığınız insanlar bunlar. En büyük marifetleri nerden geldiklerini, nasıl bu kadar başarılı olduklarını böbürlenerek anlatıp, kendi yolundan geçenleri ezmektir. Canlarını en çok yakan şey genellikle niyetlendikleri birkaç yüz binlik işleri başkalarına kaptırmak olur. Bunun acısını da kafa dağıtmak için bir gece masasına bir asgari ücreti hesap olarak bırakarak çıkarırlar.

Şahıslar özelinde konuştuk, bunun sistematik bir postmodern efendi-köle ilişkisi olduğunu ve bu sömürü düzeninin birçok devlet tarafından benimsenen kapitalizm vahşeti olduğunu çoğumuz biliyoruz. Farkında mıyız diye sorarsak, alıştık der geçeriz. Öyle ya, proleter olmak alışmayı gerektirir. Bir de sizden çalanların sizden aldıklarına kılıf uydurabildikleri en kabul görür şeyi; şükretmeyi. Unutuyoruz, hatırlayalım, hakkınızın yendiği yerde hakkınızı yiyenlere edilen isyan, en güzel şükürdür.

Bir ara niyetlendim “palmiro, palmiro şanlı işçi” diye seslenip gücünüzü yansıtan şiir yazmayı fakat oldum olası mapusları pek sevmem. Zaten on yedimi de çoktan geçtim. Kısaca: “yazık, şairler kadar cesur değilim.”

Konuşuyorum ama elimden tek gelen şeyin içimi döküp kendimi görebildiğim insanların varlığını hissederek dünyaya bir umutla bakmak olduğunu hatırlayınca bu umudun arasına hüzün serpiştiriyorum. Yeteri kadar gücüm olursa burjuvaya bir gün ben de sesleneceğim. Artık “beton duvarlar arasında bir çiçek açmıyor, kimseye çelik dişliler arasında direnen insanlığın kahramanı” gözüyle bakamıyor olsak da, fikirleri yaşatır ve o gücü toplarız. Belki siz de eşlik edersiniz saklanmış gür -Pakdil- sese:

“burjuva ayağa kalk

güneyde kuzeyde doğuda batıda

yargılıyorum seni