Gecenin sessizliğini yararak parlayan bir televizyon ekranı… Bir evin salonunda başlayıp bütün bir toplumun damarlarına karışan görünmez bir akış… Sahneler değişirken yalnızca bir hikâye anlatılmaz; şiddetin normalleştiği, çarpık aile yapılarının sıradanlaştırıldığı, toplumun asla kabullenmeyeceği davranışların parlatıldığı ve kültürümüzden uzak yaşam biçimlerinin cazip gösterildiği bir dünya, sessizce yerleşir izleyenin zihnine.

Bazen bir replik, bazen bir bakış, bazen de dramatik bir sahne, çocukların iç dünyasına bir gölge gibi düşer. Bugün özellikle dikkat çeken bir başka unsur daha var: Dizilerde bir karakterin hiç tereddüt etmeden silahını çekip birini vurması, aile fertlerini acımasızca katletmesi, sokak ortasında bir çatışmaya girmesi… Tüm bu sahnelerin sanki günlük hayatın olağan bir parçasıymış gibi, duygu filtresi olmadan gösterilmesi.

Bu ölüm ve şiddet görüntülerinin sıradanlaşması, çocukların zihninde gerçek ile kurgu arasındaki çizgiyi belirsizleştiriyor. Bir insanı vurmanın sonuçlarının hiç işlenmemesi, acının, pişmanlığın, hukuki sürecin yok sayılması, çocuklara şu tehlikeli mesajı veriyor:

“Şiddetin bir bedeli yoktur.”

Televizyon dizileri artık yalnızca eğlence değil; hayatı yorumlama biçimini şekillendiren sosyalleştirici bir güçtür. Özellikle çocuklar… Henüz gerçeği kurgudan ayırmayı öğrenen, model arayışındaki bu narin zihinler; ekranda gördükleri davranışları kolayca benimser. Akademik araştırmalar da bunu doğrular: Şiddet içerikli sahneler, çocuklarda saldırgan davranış eğilimini artırabilir; çarpık aile ilişkileri sağlıklı bağ kurma becerisini zedeleyebilir; tüketim odaklı bir yaşamın parlatılması, çocukların gerçeklik algısını bozabilir.

Buna ek olarak, dizilerde ailelerin birbirini öldürdüğü, eşlerin, çocukların yok edildiği sahnelerin sık sık gösterilmesi; çocukların aile kavramına duyduğu güveni de zedeleyebilir. Bu teorik bilgiler bir yana, ben bir öğretmen olarak tüm bu etkilerin sınıf kapısından içeri nasıl girdiğine bizzat şahit oluyorum. Öyle ki, zaman zaman öğretmen arkadaşlarımla aynı masaya oturup çay içerken sohbet ederken hepimizin ortak bir serzenişi olur: “Biz okulda değerler öğretirken, ekran bir akşamda hepsini yerle bir edebiliyor.” Bir arkadaşım, öğrencisinin arkadaşına dizide gördüğü bir davranışı uyguladığını anlatırken başını iki yana sallayıp iç çekmişti. Bir diğeri, veli görüşmesinde çocuğun gece geç saatlere kadar yetişkin dizileri izlediğini öğrendiğinde duyduğu şaşkınlığı hâlâ unutamaz.

Hatta bazı öğrencilerimin, dizilerdeki mafya karakterlerini örnek alıp, eline geçirdiği herhangi bir cismi silah gibi tutarak “hesaplaşma” oyunu oynadığını gördüğümde durumun ciddiyetini bir kez daha fark ettim. Ortamda bir sessizlik çökmüş, herkes birbirinin yüzüne bakarken şu cümle dökülmüştü dudaklarımdan: “Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım, çocukların evde maruz kaldıkları içerik aynı oranda şekillendiriyor onları.”

Öğretmenlik ve idarecilik deneyimim boyunca şunu defalarca gördüm: Bir dizide kullanılan üslup, öğrencilerin konuşmasına yansıyor; ailelerin birbirine hitap biçimlerini taklit eden çocuklar sınıf içinde benzer çatışmalar sergiliyor; popüler kültürün dayattığı yaşam algısı, onların değer dünyasında karmaşa yaratıyor. Özellikle son yıllarda kültürden kopuk, gerçeklikten uzak, şiddeti ve çatışmayı merkezine alan dizilerin etkisi çok daha görünür hâle geldi. İnsanları öldürmenin bir “çözüm yolu” gibi sunulması, mafya karakterlerinin kahramanlaştırılması, yanlış davranışların sonuçsuz bırakılması… Bütün bunlar çocukların davranış repertuvarına sessizce ekleniyor.

Bu durum elbette tek yönlü değil. Televizyonun olumlu etkileri de var. Nitelikli içerikler, çocuklarda empati becerisini güçlendirebilir, problem çözme yeteneğini geliştirebilir, dil gelişimine katkı sağlayabilir. Ancak bunun için üç kritik unsur gerekir: içerik seçimi, ebeveyn rehberliği ve izleme süresinin kontrolü. Çocuğun yalnızca izleyici değil, içerik üzerine düşünebilen bir birey olması için ailelerin ve öğretmenlerin rehberliği büyük önem taşır.

Toplumun kültürel bütünlüğünü, aile yapısını ve çocukların gelişimini bu kadar derinden etkileyen dizilerin bilinçli bir şekilde değerlendirilmesi artık bir zorunluluktur. Çünkü ekran, ister istemez bir öğretmen gibi davranıyor; fakat ne öğrettiği, çoğu zaman bizim kontrolümüzde değil. Biz eğitimciler sınıfta ne kadar çabalarsak çabalayalım, evde açılan bir ekran, o çabanın yönünü anında değiştirebiliyor.

Sonuç olarak, televizyon dizileri toplumun aynası değil, çoğu zaman toplumun geleceğini şekillendiren güçlü bir araçtır. Çocukların karakter gelişiminde, değer dünyasında ve davranış örüntülerinde önemli bir paya sahiptir. Bu nedenle hem ailelerin hem öğretmenlerin hem de içerik üreticilerinin sorumluluğu büyüktür.

Doğru yönetilen ekran, çocuğa ışık olur; kontrolsüz ekran ise onun iç dünyasında sessiz bir karanlık büyütür.