Geçtiğimiz hafta Van için adeta ‘matem’ haftasıydı.

Küçük bir çocuğun ölümünün yarattığı o burukluk herkese sirayet etti.

Kolay mı hiç?

Küçücük bir can.

9 yaşında bir çocuk.

Bilmem kaçıncı kez sokağa salınan köpeklerin kurbanı olan bilmem kaçınca kurban.

Ne ilk ne de son.

Bunu çok net biliyoruz.

Son birkaç yıl içinde onlarca çocuğun öldüğü haberini okudu.

Yüzlerce çocuğun yaralandığı görüntüleri izledik.

Her yıl on binler, hatta yüz binlerce insan köpeklerin saldırısına uğruyor ve fiziksel ciddi yaralar alıyor.

Bu vakalar Van’da da oldukça fazla.

Geçtiğimiz yıllarda da oldu hala da devam ediyor.

Üniversite öğrencileri mi parçalanmadı, çocuklar mı öldürülmedi…

Neler oldu neler…

Bitmiyor ki, ardı arkası kesilmiyor ki…

Ne büyük acı.

Ne büyük keder.

Yürek parçalanıyor.

Akıl almıyor vallahi.

Aklımızın ve vicdanımızın kabul etmediği tek şey küçük bir sabinin ölümü değil elbette.

Bir çocuğun ölümü çok büyük acı.

Bir çocuğun sokak köpeklerinin kurbanı olması büyük bir keder.

Ama daha büyük olanı bu düzenin ve bu sorumsuzluğun devam etmesi.

Üstelik bu mesele ülkenin meselesi haline geldi.

Ama yıllardan bu yana çözülmedi, bitmedi.

Ha bu mesele hiçbir yerde çözülmüyorsa Van’da da çözülmüyor diye bir şey yok.
Çözülmek zorunda.

Belki de ilk olarak Van’da çözülmek zorunda.

Her yerde çocuklar ölüyor, köpekler insanlara saldırıyor diye bu düzene alışacak değiliz.

Bakın bu dediğim gibi bilmem kaçıncı oldu.

Ama Konya’da köpeğin kürekle öldürülmesinin yarattığı infial çoğu zaman çocukların öldürülmesinden daha büyüktü.

Tamam onlar da canlı.

Onlar da Allah’ın yarattığı mahlukatlar…

Ölsünler, parçalansınlar demiyoruz.

Hayvanların da yaratılmalarının bir manası ve anlamı var.

Ama bu mana onların insanları parçalama yönünde bir mana ya da amaç değil.

Doğanın bir düzeni var.

Bir besin ve yaşam zinciri var.

Ama bu zincirde insanların ya da çocuklar yenilecek, parçalanacak halkalar arasında yer almıyor, almaması da lazım.

Hayvan hakları adı altında yapılan şey tamamıyla bu halkayı bozmak, bu düzeni alt üst etmek.

Öyle bir hal aldı ki hayvanlar insanların yerini almaya başladı.

Hayvanlar insanların yerini alacak oldu neredeyse.

İnsanların haklarını savunanlardan çok hayvanların haklarını savunanlar türedi.

Ama adı savunucu.

Neredeyse yaşanan tüm vakalarda insanlar değil hayvanlar suçlu.

İnsan ısırılır, parçalanır, öldürülür.

Ama suçlu hep insandır, hep ölendir.

Mantık bu sözde savunucuları buraya kadar getirdi.

Hatta Van’daki minik Mete’nin öldürülmesi sonrasında bir avukatın yazdıkları tüyler ürpertici cinstendi.

Belki okumuşsunuzdur.

Ortada bir ölüm var.

Ortada bir dram var.

Twit yazmış.

Bilmem köpek kuyruğunu sallamıyormuş da, yok işte kan yokmuş da suçsuzmuş da günahsızmış da…

Falan filan!
Hatta hanımefendi onu sahiplenmek istiyormuş.

Ayıp be ayıp!

İnsan bu kadar mi insan ve insanlık düşmanı olur.

Bir can bu kadar mı önemsiz olur.

Hayvanlık bu kadar mı insanlığın üstünde tutulur.

Bize ne oldu?

İnsanlığımıza ne oldu?

Ne hale geldik biz böyle?

Akıl işte bunu almıyor.

Bir şey daha var.

Tedbir.

Elbette ki genel manadaki yasalar, hükümler önemli.

Ama yerel manada tedbirler şart.

Bakın son vakada sahiplenilen bir köpek sokağa salınıyor.

Sonra bu köpek çocuğu parçalıyor, öldürüyor.

Bir diğerinde başı boş köpekler üniversite öğrencisine saldırıyor.

Bir diğerinde sürü halindeki köpekler mahalledeki çocukları yaralıyor.

Yani bu sorun kentin her yerinde.

Bu sorun şehrin tüm sokaklarında.

Haliyle büyükşehirin başkanlığında tüm ilçe belediyelerin oturduğu masada bu konu ciddi ciddi masaya yatırılıp tartışılmalı.

Tedbirler birlikte alınmalı.

Uygulamalar ve pratikler birlikte yürütülmeli.

Geçen sormuştuk manşetten.

Bir kez de buradan sorayım:

Daha kaç Mete’nin ölmesi lazım!

Daha kaç çocuğun hayatının kararması lazım!

Ölmemeli.

Gitmemeliler.

Sokaklar onlar için korku değil oyun alanı olmalı.

Hayvanlar da kendi alanlarında kendi olmaları gerektiği yerlerde olmalı.